Fikri ve kalbi teşekküller…
Fikri ve kalbi teşekküller…
Süleyman YILMAZ
Aristo’nun anlayışında insan, sosyal bir varlıktır. Toplumsal bir varlık olarak, kendine has doğası, kişilik özellikleri ve kültürel değerleri gibi üç boyutlu iklimde gelişir. Doğal yönüyle sevmek, sevilmek, ilgi görmek ister. Kişilik özellikleri mizacını ve karakterini yansıtır, bu yönüyle her bir insan müstakil yapıdadır. Kültürel yönüyle toplumuyla paylaşmak istediği maddi ve manevi öğeleri, milli, dini ve evrensel değerleri vardır. Sonuçta bu saydıklarımız Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin kısa bir özetidir.
Sosyal örüntü içerisinde insan, toplum ve eğitim arasında sıkı bir bağ vardır. Mehmet Şişman eğitimi; “İnsanın olgun, erdem sahibi, mükemmel bir varlık haline gelme/getirilme süreci” olarak tanımlar. Bu yönüyle eğitim, farklılaşma, sosyalleşme ve kültürleşme sürecidir. Eğitimin ilişkili olduğu bilim alanlarından, sosyoloji insanın sosyalleşme sürecini araştırırken, psikoloji ruh ve beden sağlığı açısından, antropoloji ise sosyal örüntüde kültürel gelişim ve nesilden nesile aktarımıyla ilgilenir.
Toplumların anlayışları ve tarihsel sürecinde eğitimden beklenen çıktılar değişir. Comensky’nin Büyük Didaktikası’nda dindar ve ahlaklı bir insan topolojisi işlenirken, De Descartes, Spinoza, Bacon, Locke, Hume, Hobbes gibi düşünürler, insanın aklını esas alırlar. Bu anlamda coğrafyanın etkisi de azımsanamaz. Açık ve demokratik Batı toplumları bireyci, rasyoneliteye önem verip, dikey sosyal değişimleri (kariyer) teşvik ederken, Kapalı ve otokratik Oryantalist toplumlar, toplumcu (kolektivist), dikey geçişleri sınırlayıcı yaklaşım sergilerler. Genel anlamda, eğitim niteliği kimi zaman sosyal değişmenin öznesi, kimi zaman da sosyal değişim nitelikli eğitimin öznesi olabilir. Elbette insanın ilk durağı olan aile bu süreçlerin merkezindedir.
Eflatun’un devlet ideasında bireyler küçük ve büyük toplulukları, bu topluluklar ise ihtiyaçlar üzerinden mesleki teşekkülleri gerektirir. En üstte ise tüm işleyişi kontrol ve koordine eden kutsal bir aygıt, yani devlet vardır. Devlet kutsaldır ama devleti sevk ve idare eden amil unsurlar aynı kutsallık tanımlamasına girmez. İcracıların devlet adına uyguladığı plan ve programlarında öngörüsel yanlışlıklar ve hatalar olabilir. Devlet bu kutsal çerçeveden sorgulanamaz ama icracısı şeffaflık ve hesap verebilirlik çerçevesinde sorgulanabilir. Halk ile devlet yapılanmasında iletişimi güçlendiren sivil teşekküller vardır. Bunlar sivil toplum
örgütleridir (Non-government organizations). Bir de toplumların sosyal ihtiyaçlarından ve bir arada olma, dayanışma kültüründen doğan fikri ve kalbi birliktelik sağladıkları teşekküller vardır. Bunlar ise; cemaatler, tarikatlar, cemiyetler şeklinde sıralanabilir.
Cemaat teşekkülü çoğunlukla dini ritüelleri bir arada yerine getirme, sosyal dayanışma, fikri ve kalbi birliktelik gerçeğinden oluşur. Cemaatlerin uhrevi hizmetleri, maksatları olabilir, ama dünyevi maksatları olamaz. Olursa; ticarileşir, güçlenir, holdingleşir ve kontrolsüz güce dönüşme riski vardır. Cemaatler ana hedeflerini değiştirirse, cemiyetleşebilirler. Geçmiş örneklerin hayata kazandırdığı pratik ve tecrübeleri unutmamalıyız. Tarikatlar ise kalbi ve ruhi vasıflarıyla oluşan teşekküllerdir. Biraz daha bireyin ruh ve irfan dünyasına hitap eder. Bediüzzaman; cemaatlerin ve tarikatların üstlendiği misyon açısından konuya şöyle bir yaklaşım sergiler; "Zaman tarikat zamanı değil, hakikat zamanıdır." Burada kastedilen hakikat insanın imanını kurtarmaya yönelik olan uhrevi yaklaşımdır. Bu bağlamda, iman, hakikat; ekmek ve su gibi, her an ihtiyaç duyulan bir hakikattir. Bazı hakikatler (tasavvuf) ise meyve gibidir, tazelendikçe yenilendikçe lezzet verir. Bu ifadelere göre iman hakikatleri ekmek ve su mesabesinde, tarikat ise, meyve mesabesindedir. Nirengi noktası ise, "İmansız Cennete gidilmez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur" şeklindedir.
Tüm bu kavramsal çıkarımlardan sonra ister cemaat olsun, ister tarikat olsun, müntesiplerinin temsiliyet sıfatları göz önünde tutulduğunda, mutlak anlamda, müdakkik, feraset ve basiret sahibi olması, dünyalık meselelere uhrevi hakikatlerini değiştirmemesi gerekir. Atılan her adım, söylenen her söz, sergilenen her tutum, yaşadığımız hayat ölçülü ve özenli olmalıdır. İslam’ın tüzel kimliğine gölge düşürecek her bir söz, tutum ve davranış büyük mesuliyet getiriyor. Beşeri hayatta İslam’ın tüzel kimliğine zarar, halel getirecek isimler birer çürük elma ve sırtının kamburudur. Çürük elma ayıklanmazsa, sağlamları da heba eder, onlara da halel getirir. Diğer yandan; hukukta suçun bireyselliği esastır. Şahsın işlediği suçtan ailesi, mesleki ve meşrebi teşekkülleri suçlanamaz, itham edilemez. Benzer kural İslâm literatüründe "Bir şahsın hatasının bedeli bir başkasına yüklenemez" şeklinde ifade edilir. Biz Müslüman’ız, dünya hayatında şahsımızdan öte İslam’ın kural ve kaideleri önceliklidir. Unutulmamalıyız ki; "Bu zamanda en büyük musibet dine gelen musibettir."

Yorum Yazın