Mülteci, sığınmacı, göçmen…
Süleyman Yılmaz
Bu başlıkta yazıyı kaleme almaya iten müteharrik unsur, son günlerde ülkemizde yaşanan mülteci polemikleri, bu hassas konunun günlük siyasete malzeme yapılması, çıkar çatışmaları, etnik ayrımcılık hususunda tırmanan gerilimdir. Kavramsal olarak mülteci; bir başka yere ya da ülkeye sığınan, iltica eden kimseyi ifade eder. Sığınmacı; siyasal nedenlerle ülkesinden kaçıp ya da ayrılıp bir başka ülkeye sığınan kimseyi tanımlar. Göçmen ise, kendi yurdunu bırakıp, yerleşmek üzere başka bir ülkeye göçenleri (kimse, aile ya da topluluk) tarif eder. Özüne bakıldığında, nedenleri farklı olsa da hepsinde bir öz vatanını terk edilme filli yer alır. Karnı tok, sırtı pek olan insanların tercih edeceği bir durum değildir. Çünkü insan doğasında alıştığı ortamı, kurulu düzeni, bilindik çevreyi terk etmek meyli sık rastlanan bir durum değildir. Güçlü nedenleri olması gerekir.
16 Mart 1988 tarihi, İran-Irak Savaşı sürecinde Halepçe’de sivil halka karşı Saddam Hüseyin’in acımasızca kimyasal silah kullandığı tarihtir. Bu saldırı, yaklaşık Beş Bin kişinin ölümüne sebep olmuştur. Katliam sonrası Altmış Bin Permerge ve aileleri Türkiye’ye sığınmış ve Turgut Özal tarafından özellikle Diyarbakır ve Mardin bölgesindeki sığınmacı konutlarına yerleştirilmişti. Bu ortamda hem eğitim, sağlık hizmetleri, hem de beslenme ve korunma ihtiyaçları karşılanıyordu. 1991 Körfez savaşı sonrası da Saddam’ın artan zulmü nedeniyle Dörtyüz Bine yakın Peşmerge Irak-Türkiye sınırına dayanmış ve Türkiye kapıları açmak durumunda kalmıştı. Mesele Irak’ın bir iç meselesi olmaktan çıkmış, insanlığı ilgilendiren meseleye dönüşmüştü. Sonradan gelen Iraklılar, Irak-Türkiye sınırında oluşturulan güvenli bölgeye transfer edilmişti. İlerleyen süreçte Türkiye’de kalan Permergelerin iş ve işçilik üzerine sergiledikleri girişimler, aynı etnik unsurun sahibi Diyarbakır halkının tepkisine yol açmıştır. Zaman zaman polemiklerden öte şiddete varan kavgalar gözlenmişti. Daha sonra kalanlar Peşmergeler de ülkesine geri dönmüşlerdi.
Ortadoğu coğrafyası hep acı ve çile, hep gözyaşı doludur. Genellikle ülke yöneticileri zengin, acımasız, halkı fakir ve muhtaç, mağdur edilmiş durumdadır. 2012 yılında Suriye’deki Esed rejiminin kendi halkına karşı kullandığı varil bombaları nedeniyle on binlerce vatandaşı ölmüş ve Halep, Hama ve Humus bölgesinden ilk etapta yüzbinlerce Suriyeli Türkiye sınırına dayanmıştı. Arap Baharıyla birlikte Mısır, Tunus, Libya vesaire ülkelerde geri planda kalan Türkiye, yanı başındaki ülke Suriye için kayıtsız kalamamıştı. Gelen geçici sığınmacılara sınır kapıları açıldı ve Şanlıurfa, Gaziantep ve Kilis bölgesine yerleştirilmişti. Özünde insani bir durumdu. 2012 yılında ASÜ Eğitim Fakültesine Ortadoğu’da yaşananları değerlendirmek üzere davet ettiğimiz Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı Dr. Cemil Ertem, süreci değerlendirirken, şunları öngörüyordu; 6 Kasım 2012’de ABD’de yapılacak Başkanlık seçiminde Barack Obama yeniden seçilecek, müdahale ile Esed Rejimi bitecek, yeni bir
Suriye rejimi oluşacak, şimdiki yurda gelen sığınmacı Suriyeliler ise yeniden güvenli bir şekilde ülkelerine dönecekti. Durum böyle olmamıştı. Ne Esed Rejimi yıkıldı, ne iç barış sağlanabildi, ne sığınmacılar için ülkelerine güvenli bir dönüş gerçekleşebilmişti. Üstelik son durumda bu sayı dört milyon sınırını aşmıştı. Bir ülkenin yanı başındaki ülkede yaşanan siyasi kaos nedeniyle zarar gören insanlarına kapısını açması kadar doğal ve insani bir durum yoktur. Doğal olmayan bunun düzensiz, plansız ve bir o kadar da pragmatik bir atmosferde gerçekleşmesidir.
Zihnimizden egzersiz yapalım. Şöyle olabilir miydi? Türkiye Başbakan’ı dostum kardeşim dediği Suriye Devlet Başkanı Esed ile diplomasi trafiğini işletip, halkı üzerindeki baskı ve zulmü azaltabilir miydi? Kişisel kanaatim bu girişim karşılıksız kalmazdı. Diyelim ki, Esed böyle bir yaklaşımı insani bir tepki vermedi. Suriyeli sığınmacılar ilk baştan ara tampon bölgede BM’nin korumasında tutulamaz mıydı? Şu anki yapılan iskân konutları, eğitim, sağlık, iş merkezleri inşası ilk başta yapılamaz mıydı? Yine kişisel kanaatim; Avrupa Ülkeleri sığınmacıların Avrupa’ya gelmemesi ve Türkiye topraklarında tutulması açısından bizim üzerimizden hesap yaptılar. Dört milyonu aşan Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de kalması şartıyla Avrupa Komisyonu, planladıkları takvimler için kesenin ağzını açtı. 2015’te toplanan komisyon 2016’da ilk etapta 3 Milyar Avro, 2024’e kadar da ek 3 Milyar Avro olmak üzere 6 Milyar Avro kaynak ayırmıştı. Böylece, bu paranın 2,4 Milyar Avrosu sığınmacıların sağlık, eğitim ve koruma gibi temel ihtiyaçların karşılanmasına kullanılacaktı. Bu para Pandemi ve ertesinde ekonomik anlamda iyi günler yaşamayan Türkiye için oldukça önemliydi. Yine bu alanlarda üretilen projeler ile AB tarafından finanse edilen para ile temel geçim desteği sağlanacak, çocukların eğitime erişimi mümkün kılınacak, okullar ve hastaneler inşa edilecek ve sığınmacılara koruma hizmetleri sunulacaktı. PİKTES, SIHHAT vesaire projeler bu amaçla geliştirilmiş projelerdi. Diğer önemli bir ayrıntı ise vatandaşlık verilmesi ve hatta son zamanlarda, vatandaşlık karşılığında gayrimenkul satışı ve ödenen bedellerdi. Türkiye’nin genel seçimlere hazırlanıyor olması ve vatandaşlığa geçen sığınmacıların ilk defa siyasal anlamda haklarını kullanacak olması diğer önemli bir faktördü.
Tüm bu ayrıntılar etrafında kamuoyuna yansıyan bir düzensiz sığınmacı krizi var. Siyasetteki marjinal isimlerin de körüklemeye çabaladığı bir kriz. Sığınmacıların sosyal medya üzerinden kullandığı jargon ve üslubun sosyal ağlarda elden ele yayılması. Sığınmacılar üzerinden yapılan kara propagandalar. Durum bu iklimde istenmedik bir mecraya doğru kayıyor gibi. Her ne kadar hükümet tampon bölgeye yaptırılan iskân evlerine gönüllü bir milyon Suriyelinin gideceğini ifade etse de bunun usulünün nasıl olacağı hala belirsiz. Burada bir düzene alışmış insanlar, sadece barınma sorununun giderilebileceği bir ortama giderler mi? Gönüllülük çerçevesi nedir? Bunlar hala soru işareti taşıyan konular. Benim endişem farklı unsurların bir araya gelip, olumsuz propagandaların artmasıyla vatandaşlarımızın iç huzuru bozacak tutum ve davranışlara yönelmesidir. Bunun için de önlemler ivedilikle alınmalı, ne yapılacaksa bir an önce yapılmalıdır. Yaşanan pandemi, ekonomik kriz üstüne bir de huzuru bozacak taşkınlıkları ülke kaldıramaz.
Sağduyu ve aklıselimin işletilmesi dileğiyle…
Suriyeli mülteci sorunu Esad'ın kendi halkını bombalaması ile açıklanamaz.Suriye'nin kuzeyinde YPG'ye dikensiz gül bahçesi oluşturmak ve Türkiye'nin demografik yapısını bozmak esas hedeftir.