Savaş ve Barış…
Süleyman Yılmaz
“Savaş ve Barış”, Rus yazar Lev Tolstoy tarafından yazılmış ve 1869 yılında yayınlanmış önemli yapıtlarından, romanlarından biridir. Bir yanda Napolyon Bonapart döneminde geçen Rusya ile Fransa arasındaki şiddetli savaşı anlatılırken diğer yanda saray ahalisinin değişen şartlara nasıl uyum sağladığını anlatılmaktadır. Savaş Rusya ile Fransa arasındaki bitmek bilmeyen vahşet, barış ise kişiler arasında yaşanan aşklardır.
1960'lardaki savaşın travmasına karşı geliştirilen bir duruşu ifade eden “Savaşma seviş” kültür paradigması, döneme özgü kültürle ilişkilendirilen sözde savaş karşıtı bir slogandır. İlk olarak, Vietnam Savaşı'na karşı ortaya atılan slogan, daha sonra dünya genelinde genel anlamda savaş karşıtı slogana dönüşmüştür. "Seviş" önermesi, serbest aşka gönderme yaparken, evliliğe ve savaşa olumlu yaklaşan kapitalist kültürü yerme gayretidir. Özünde sosyalist bir olgu ve bakışı barındırır.
İnsan var olduğu sürece sudan bahanelerle dahi çarpışmayı öğrenmiştir. Bu çarpışma bazen kendi güvenliğini emniyete alma kaygısından yükselmiştir. Hatta ilk örneği; Hz. Âdemin oğlu Habil ve Kabil arasında sen-ben kavgası şeklinde sergilenmiştir. Gerekçeleri ne olursa olsun, sonuçta bir kardeş bir kardeşi kendi kişisel sahanlığını koruma refleksiyle öldürmüştür. Özünde bir kötülük, habis bir ruhu daha ilk günden yaşamıştır insanoğlu.
İnsan nesli çoğaldıkça, toprak kavgaları başlamış. Sığmamıştır koca dünyaya. Sınırlar ihlal etmiştir. Hatta işi dramatik bir evreye dönüştürüp, dinler savaşına dönüşmüş kimi zaman. İşte Haçlı seferleri, bunların en müşahhas örneğidir. Stefan Zweig, gücün kontrol edilmesi gereken bir zehirlenmeye dönüşmesine dikkatleri çekmiş ve “Mutlak güç, mutlak adaletsizliği doğurur” demiş. Bu aslında gücün kontrolsüz kullanımının adalet duygusunu zedelediğinin bir göstergesidir. Bu durum dâhili ve harici dengelerde de böyledir.
İktidar olan gücü kontrolsüz, hoyratça kullanınca, kendisinin dışındakilere hayat hakkı tanımaz. Ülkeler de böyle, Darwin’in “Güçlü olan kazanır”, felsefesini ölçüt almıştır. Amerika ve Sovyetler Birliği dünyanın jandarması konumundaydı. Ta ki Sovyetler Birliği dağılana kadar bu böyleydi. Sovyetler Birliği dağılınca dünya tek kutuplu bir formata dönüştü. Amerikan’ın emperyal anlayışı başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı kuşatma eğitimine dönüştü. Sovyetler Birliğinin nüvesi Rusya ve uzak doğu bloğunda yükselen Çin gerçeği yeni dünya düzenine farklı bit boyut getirdi. Artık Amerika dünyaya tek başına ayar veren tek kutuplu güç değildi. Dünya bir taraftan NATO ve yakınındaki AB ile diğer tarafta Avrasya grubunun dengesi altında yaşam savaşı vermeye başladı. İşin trajikomik yanı, bu iki güç hiçbir noktada doğrudan soğuk savaş anlayışıyla karşı karşıya gelmiyor ama hegemonyasını kurduğu ülkelerin menfaatlerini paylaşımda aktif aktör rolündeler.
On yıl öncesinde Suriye’de yaşanan durumda da rol paylaşımı aynıydı, günümüzde yaşanılan Rusya Ukrayna Savaşında da durum aynıdır. Rusya gerek NATO’nun gerekse AB’nin Ukrayna koridorunda sınırının bitişik komşusu (!) olmasını istemiyor ve bunu kendisi için büyük bir tehdit unsuru olarak görüyor. Ukrayna’ya saldırısı ise Ukrayna’nın NATO ve AB ülkelerinin oluşturduğu bloğa yeşil ışık yakarak, bu tehdit unsuruna davetiye çıkarmasındandır. Ukrayna’nın başında 2019 seçimlerinde büyük başarı elde etmiş, “komedyen” tariflenmesiyle hafiye alınan devlet başkanı Volodimir O. Zelenski var. Zelenski’yi beğenelim veya beğenmeyelim halkını motive etmek için kararlı bir duruş sergiliyor. Bazıları ona karşı tutumunu Yahudiliği, Filistin’e karşı İsrail’in yanında yer alması üzerine konuşlandırıyor. Ülkelerin mutlak dostluğu ve düşmanlığı olmayacağı, ancak mutlak menfaatleri olabileceği gerçeğince bu duruşu çok anlamlı bulmuyorum. Bugün perde önünde İsrail’e cüretkâr tavır tanınan Ortadoğu ülkeleri perde arkasında ticari işbirliğini özel dairede devam ettiriyorlar. Bizim asıl çıkış noktamızın insani boyutlar üzerinden olması gerektiğini düşünüyorum. Ortada bir ileri sınır ihlali ve bir soğuk savaş var ve bundan çoluk, çocuk tüm masum unsurlar etkileniyor. Savaşı haklı olanı veya haksız olanını konuşmuyoruz. Sonucu bizi daha yakından bağlıyor ki, savaşa kalben taraftar olmak insanı, insanlığı mesul duruma düşürür. Çünkü perde arkasında mutlak haklı olanı, oynanılan oyunu bilmiyoruz.
Bize düşen böyle bir soğuk savaş atmosferinin olmaması yönünde niyet ortaya koymaktır. Hiçbir politik lidere taraf veya karşıt olmadan barışın sağlanmasını dilemektir. Unutulmamalıdır ki, insanlık trajedisinde barışın en kötüsü, savaşın her türlüsünden iyidir. Savaşta kimin haklı olduğu değil, kimin kaybedeceği belli olur. Savaş kimsenin yüzünü güldürmez!Acı üzerine plan, kurgu, menfaat yapılmaz!
Dünyada soğuk savaşları olmaması yönündeki duayı, dileği şöyle bağlamak istiyorum; “Savaşı icat edenler, savaş seviciler, ne cennet yüzü görsün ne de gün ve gökyüzü görsünler...”
Prof. Dr. ASÜ Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
Yorum Yazın