Siyasî ve ticarî kaygılar...
Süleyman Yılmaz
Sokrates ve öğrencisi Platon'un (Eflatun) Atına okulunda derlenen devlet felsefesi ve ideası Eflatun tarafından "Devlet" isimli kitapta toplanmıştır. Kitap, devletin birey ve toplum örüntüsünü, bileşik kaplar misali yatay ve dikey katmanlar üzerinden bir kaideye oturtur. Bu idea'da bireyler ihtiyaçlar üzerinden bir hiyerarşik yapı oluşturur. Sistem içerisinde bireyler biri birine muhtaçtır. Bu örüntüde kavramlar sistematik anlamlandırmaya tabidir. Bu gelenek Aristo'da (Aristotales) da devam etmiştir. Sistematik yapıda akademiyi temsil eden üniversitenin bambaşka bir yeri vardır. Aristo 2400 yıl önce üniversiteyi şöyle tanımlar; "Hiçbir siyasi ve ticari kaygı taşımaksızın, bilim, kültür ve sanat üreten merkezlerdir." Bu tanımlamada dikkat çekici husus, siyasi ve ticari kaygı olmamasıdır. Benzer durum eğitim için de geçerlidir ki, bireyde istendik davranışlar geliştirilirken ticari kaygıya yer yoktur. Çünkü anlam yüklediğimiz özne, insandır.
Eğitim kademelerinde, okul öncesinden temel eğitime kadar bireyi eğitme, yükseköğretimde ise bireyi bir profesyonal olarak hayata hazırlama vardır. O halde yükseköğretimin temsil yeri olan üniversiteler önemli bir misyonun adresidir. Üniversiteler bu bağlamda bir yandan ihtiyaç alanları için profesyonelleri yetiştirirken, diğer yandan sosyal farkındalık ölçeğinde toplum faydasına katma değer üretmelidir. Ariz olan problemlere akademik düzeyde çözümler üretebilmelidir. Yükseköğretim kademesinde öğretim elemanı olmazsa olmazımız, öğrenci velinimetimizdir. Öğretim elemanı olmazsa, sistem işlemez, öğrenci olmazsa da onca yatırımın hiçbir karşılığı yoktur.
Gelelim, üniversiteyi yönetme misyonuna. Yönetim görevi yabana atılmamayacak kadar büyük öneme. Nasıl ki bir okul müdürüyle okulsa, üniversite de yöneticisiyle üniversal kimliğe sahip olabilir. Tıpkı bir şirketin CEO'su gibi. Ceo, tüm olası risklere karşı, doğabilecek fırsatları değerlendirip, şirketini zarara uğratmadan optimum kâr sağlamak üzere inisiyatif alır, kurumuna sağlıklı manevralar yaptırır. Üniversitelerin yöneticileri de üniversitesini hem akademik başarıda, hem sosyo-kültürel etkileşimde, hem teknolojide, hem de şehir ile entegrasyonda efektif rol üstlene bilmelidir. Bu pozitif ve optimum faydaları sağlayabilmek için temsiliyet sıfatıyla siyasî ve ticarî kaygılardan uzak kalmalıdır. Çünkü üniversitenin, özgün ve özerk çerçevede üniversal bir kimliği vardır. Bu kimlik üniversiteyi, diğer kurumlardan biraz daha farklı anlamda konuşlandırır. Peki, bunu nasıl yakalaya biliriz? Ceo veya orkestra şefi hüviyetindeki yönetim liderinin siyasetten bağımsız, kendinden müteharrik olması gerekir. Sizi atayan irade işleyişinize de karışabiliyorsa, yatırım vesaire bütçenizde tasarufta bulunabiliyorsa, sizi size bırakmıyor denilebilir. Bu özgün ve özerk kurumun doğasına aykırıdır. Üniversite yönetiminin eli serbest olmalı ki, bilimsel bilgi, fikir ve sanat üretimini, inovasyonu teşvik edebilsin, otomomi bağlamında şeffaf ve hesap verebilir olabilsin. Üniversite yönetiminin prestij makamı olmadığı talip olanlarca bilinmeli, bunun için suistimale açık yetkiler sınırlanabilmeli, itibar göstergesi sayılan (!) kırmızı plaka ve ultra lüks makamlar saltanatı sonlandırılmalıdır. Bir dönem rektörlük seçimleri yapılırdı. Bunlar çoklu hizipleşmeleri doğurduğu için atamanın daha verimli olabileceği düşünülmüştü. Zaman gösterdi ki, üniversitede akademik havayı soluyan personelin iradesini yansıtmayan, yukarda gizli iklimlerde oluşturulan aday belirlemelerinin, siyasi bir temsilci seçimine benzeştiği gözlenmiştir. Atanacak yöneticinin kime ne kadar yakın olmasının üniversitenin tüzel kimliğine hiçbir katkısı olmayacaktır. Liyakat esaslı olmayan atamalar bünyede keyfilikleri, nitelik bozulmasını ve akademik yozlaşmaları netice verecektir. Yönetici atayan iradeye boyun eğecek, objektiflikten uzak değerlendirmelerle insan kaynaklarını şekillendirecektir. Bu hal mütedahil halkalar misali hiyerarşik bir senkrona dönüşecek, işe yarayan/yaramayan herkese akademide yol açılacak, yükselen olumsuzluklar akademik ve bilimsel çıktılara yansıyacaktır.
Sonuç olarak, üniversitelerin tüm birimleriyle özgün ve özerkliği korunmalı, bilime güç verecek, akademik personel motivasyonu ile yükseltecek yöneticilerin eli siyaseten rahatlamalı, keyfilik ve suistimale karşı otonomi iyi işletilmelidir. Aksi halde, üniversiteler bir yerel yönetim ağına benzeyecek, dünya sıralamasında ilk 500'de bizden üniversite görmemiz mümkün olmayacaktır.
Tercih sizin!
Yorum Yazın