Medeni denilen bir çok toplumlarda yer alan “İnsan Hakları” kriterleri temel hak ve hürriyetleri tam yansıtmadığından her ne kadar insanlara bazı haklar tanıyor gibi görünse de bu kriterler ayrışmaya ve çatışmaya neden olmakta ve maalesef hem bireyin hem de toplumun huzurunu sağlamada yetersiz kalmaktadır. Birey ve toplumun içiçe ve birlikte yaşamak zorunda olduğunu düşünürsek insanî Haklar; hem bireyi hem de toplumu kucaklayacak şekilde olması gerekmez mi? Oysa, bizi yaratan Yüce Allah, biz insanlar için sayısız nimetler yaratmıış ve bunları kullanma hakkını biz insanların emrine vermiş, ama bu nimetlerden faydalanırken ölçülü ve âdil olmamızı istemiştir. İsrâfı, şiddeti, zulmü, aşırılığı, haksızlığı ,haddi aşmayı ve insanî haklara saygısızlığı ve tecavüzü men etmiş, haram kılmış ve büyük günah saymış.. Yüce Allah Kur’anda şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” (Nahl-90) Ve Rabbimiz Allah gönderdiği kitabında İnsanî değerleri ve insanî hakları ön planda tutan, toplumsal huzuru, toplumsal barışı ve toplumsal kardeşliği ölçü alan “Kul Hakkı” kriterlerini insan hakları olarak bize öğütlemiştir. Ama ne yazık ki, geçmişten günümüze Müslümanlar da nefsani arzularına ve nefsani çıkarlarına uyarak Rabbimizin bu kriterlerine uymamışlar ve tüm dünyada olduğu gibi islam dünyasında da insanların insanî haklarına riayet etmemişler. Günümüzde de öyle değil mi?.. Halbuki dinimizde Kul hakkı, yani insanî haklar çok önemlidir. Özellikle, insanların canı, malı, ırzı, nâmusu, aklı ve inancıyla ilgili hakların korunmasına fevkalâde önem verilir. Bunlara tecavüzü suç ve günah sayılır.
Allahın kitabına göre; “Hak” kullanılırken asla başkasına zarar verilmez veya başkasının hakkına tecavüz edilemez, başkasının hakkı gasp edilemez!.. Kullanılan her hakkın belli bir ölçüsü ve belli bir sınırı vardır. Herkes kendi haklarını kullanırken başkalarının hak ve hukukunu da korumak zorundadır. Şunu iyi bilmeliyiz ki; insan, kullandığı her nimetin ve her hakkın hesabını Allah’a verecektir. Bakınız, Allah Kur’anda ne buyurur: “Elbette kıyamet gününde size verilen nimetlerden –haklardan- hesaba çekileceksiniz.” (Tekasür-8) “Kim zerre miktarı iyilik yaparsa karşılığını (mükafat olarak) görecektir. Kim de zerre miktarı kötülük yaparsa o da karşılığını (azab olarak) görecektir.” (Zilzâl-7,8) Bu nedenle her insan, kadın olsun erkek olsun haklarını kullanırken mutlaka ölçülü ve âdil olmak zorundadır. Kendi hakkını koruduğu gibi başkalarının hakkını korumak da zorundadır. Aksi halde Allahın emrine karşı gelmiş olur, suç ve günah işlemiş olur.. Allah katında bunun hesabı da ağır olur. Allah, kullarının imanına, ibadetine, iyiliklerine, tevbelerine ve duâlarına bakarak pek çok günahını affettiği halde, Kul Hakkı’yla, insani haklarla ilgili suçları ve günahları, haksızlık ettiği ve zulmettiği kişilerle helalleşmedikçe affetmemektedir. Eğer insan haksızlık ettiği kişilerle bu dünyada helalleşmeden ölürse, ahrette o hakların karşılığı kendisinden alınır ve haksızlık yaptığı kişilere verilir. Bakınız! Allah, Kur’anda ne buyuruyor: “Ey Peygamber! Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah'ın gâfil olduğunu sanma! Ancak Allah, onların cezalarını, gözlerin dışarıya fırlayacağı o güne erteler. (İbrahim-42)
İslam dininde başkalarının hak ve hukukunu kendi hak ve hukuku olarak görmek esastır. Ve mümin bunu bir ibadet anlayışı içinde düşünmek ve yapmakla mükelleftir. Aksi halde o kimse gerçek mü’min olamaz. Bakınız! sevgili peygamberimiz bu konuda ne buyuruyor: “Bir kimse kendisi için “arzu ettiği şeyi diğer din kardeşi için de arzu etmedikçe gerçek iman etmiş olamaz.”, “Komşusu açken kendisi tok sabahlayan bizden değildir .”
Bir gün bir toplantıda bir konu üzerinde istişare yapılırken görüş bildiren Bilali Habeşi’ye Ebu Zer şöyle der: “Siyah kadının oğlu sen sus bakalım.” Bu söz, ilk Müslümanlardan olan peygamberimizin müezzini Bilali Habeşi’yi çok üzdü.. Ama karşılık vermeyip sustu. Bunu öğrenen Peygamberimiz Hz.Muhammed aleyhisselam Ebu Zeri yanına çağırdı ve olayın doğru olup olmadığını sordu. Ebu Zer, doğru olduğunu söyledi. Peygamberimiz ona şöyle dedi: ”Sen o sözünle kardeşini incittiğini biliyormusun?. Git ondan af dile ve onunla helalleş.” Bu söz üzerine Ebu Zer gitti, Bilali Habeşi’yi buldu ve önüne yatarak: “Ey kardeşim Bilal! vallahi sen benim yanağıma ayağınla basmadıkça ben buradan kalkmayacağım.” dedi. Ve Bilali Habeşi’den özür dileyerek af diledi ve helalleşti. Bununla da yetinmedi, günlerce göz yaşı dökerek Allaha tevbe etti ve Allahtan bağışlanmasını istedi. Bir de günümüz insanlarını bir düşünün bakalım böyle durumlarda onlar ne yapıyorlar?.. Bir Ramazan günüydü, iftara az bir zaman kalmıştı. Sevgili peygamberimiz mescidin önünde elinde bir tabak hurmayı oradakilere dağıtmıştı. Ve bir tanesini de kendisi için ayırmıştı. O bir tek hurma ile iftarını yapacaktı. Ezanın okunmasını, yani iftar vaktinin girmesini bekliyordu ki, öteden bir adam geldi ve peygamberimize: “Ey Allah’ın Rasûlü! İftar vakti girmek üzere, benim hiçbir yiyeceğim yok. Bana iftarlık bir yiyecek ver.” dedi. Sevgili peygamberimiz, hiç tereddüt etmeden ve ‘Bu benim hakkım’ demeden elindeki kendi hakkı olan o tek hurmayı o muhtaç kişiye verdi ve kendisi o gün, iftarını sadece su ile yaptı.. Unutmayalım! İnsanî haklar, herkesin temel hakkıdır..
Yorum Yazın