HAK ÂŞIĞI BARIŞ VE HOŞGÖRÜ DOSTU Hz.MEVLÂNA
Rabbimiz Allah Kur’anda Peygamberimize: “Ya Muhammed, Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın.
Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…” (Ali İmran-159) buyurduğu gibi ve bir hadisinde; "Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" buyuran peygamberimiz Hz.Muhammad aleyhisselam Hak âşığı, barış ve hoşgörünün timsali ve Güzel ahlakın öncüsü ve tamamlayıcısı idi. Onun izinden giden pek çok Hak aşığı, ilim ve irfan sahibi edeb ve âdab sahibi Allah dostu âlimler, veliler ve mürşidler de insanlığı aydınlatarak bu dünyadan gelip geçmişlerdir. Hak âşığı ve gönül dostu olan binlerce âlim, velî ve mürşid, Kur’an ve sünnetin ışığında İslâmın edep ve ahlakını ilim ve irfanını öğreterek, insanlığı aydınlatmışlardır.
İşte, bu Hak âşığı ve gönül dostlarından biri de büyük bir tasavvuf âlimi ve Hak aşığı olan Mevlâna Celâleddini Rûmî'dir. Mevlana, devrin âlimlerinden Muhammed Behaaddin Veled'in oğlu olup 1207 yılında Türkistan'ın Belh şehrinde doğmuş, 17 Aralık 1273 yılında Konya’da vefat etmiştir. İlk ilim ve edep tahsilini babasından almıştır. Babasıyla birlikte Nişabur, Bağdat, Mekke ve Şam, gibi birçok ilim merkezini dolaştıktan sonra Konya'ya gelerek buraya yerleşmiştir. Konya'da ünlü âlimlerden Şemsi Tebrîzi'nin talebesi olmuş, ondan aldığı ilim ve feyiz ile devrin en büyük âlimlerinden biri, Hak ve Halk âşığı büyük bir veli olmuştur. O hem sözleriyle hem de yaşayışıyla insanlara örnek ve önder olmuştur. Bir sözünde: "Ben yaşadıkça, Kur’an’ın kulu, kölesiyem. O pâk Muhammed Mustafa'nın yolunun toprağıyam, tozuyam." diyen Mevlâna, Kur’an ve Sünnet pınarından gıdalanan, Allah ve Peygamber aşığı, iman ve irfan sahibi, kâmil bir müslümandı. Ona göre kalbin cevheri "İman" dır. Kimde iman varsa o vardır. Kimde iman yoksa, O bir hiçtir! Bu nedenledir ki, gönüllere "İman" cevherini dillere "Allah" zikrini yerleştiren Mevlâna imanı ibadete, ibadetleri de güzel ahlaka dönüştürerek insanları kâmil bir insan yapmanın gayreti içinde olmuştur. Ona göre davranış haline dönüşmeyen bir "iman" boştur, hiçtir, kuru bir imandır. Mevlâna, Allahın emir ve yasaklarını helal ve haramlarını bizzat yaşayarak öğretmiştir. Kur’an ve Sünnete dayanmayan hiçbir ameli makbul görmemiştir. O, helal kazanmayı, helâl yemeyi, helal, temiz ve sade giyinmeyi ve helâl konuşmayı ve sâde yaşamayı ilke edinen bir velî idi. O gönüllere taht kuran Gönüller sultanı bir Mevlâna idi.
Mevlana'ya göre; Gönül bir aynadır. Eğer o, kirli olursa onda güzellik görünmez. O, temiz tutulmalıdır ki onda güzellikler ve iyilikler görülebilsin.(!) Ona göre gönül; ancak "iman" ve "Allahı zikir" ile temizlenir. "Hikmet" ve "edep" ile güzelleşir. Bunun ilacı da "Aşk" ve "Sevgi" dir. O, güzel olan her şeye âşıktır. Ve gönlünün en güzel köşesini de sevgililer sevgilisi Allah'a ayırmıştır. Ona göre; "Dil ancak sevgi içindir" Allah'ı anmayan ve O'na şükretmeyen "dil" i yok sayar.(!) Ona göre Hak ve hakikate ulaşmanın yolu; Kalbi ve ruhu kötülüklerden temizleyip, kalbe "iman" ve "ihlas"ı yerleştirmek ve İslam edebiyle edeplenmektir. Ona göre edepsizin zararı yalnız kendine değildir, tüm insanlığa ve tüm dünyayadır. Bu nedenle Mevlana insan terazisine önce edebi koyar ve Hz. Mevlâna, hayvan ile insan arasındaki farkın da "edep" olduğunu söyler ve şöyle der: "İnsanoğlu eğer edepsiz ise o insan değildir. İnsan ile hayvan arasındaki fark "edep"tir. Aç ve gözünü bak, ayet, ayet Kur’an'ın manasının tamamı edeptir.” (!)
Mevlâna bir yönüyle Hak'ka dönük iken diğer yönüyle de Halka dönüktür. O, Hak'tan aldığını halka veren ve halkla beraber Hakka yürüyen bir gönül dostuydu. 0 şöyle der: "Biz, bir pergel gibiyiz. .Bir ayağımız Hak'ta sağlam durur. Öteki ayağımız ise, yetmiş iki milleti dolaşır durur.” Mevlâna, tükenmeyen bir pınar kadar cömert ve umman kadar hoşgörü sahibiydi.Toprak gibi mütevazi idi. "Gel, Ne olursan ol gel! İster mecusi, ister putperest ol yine gel! İstersen yüz kere tevbeni bozmuş olsan yine gel! Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir." diyen Mevlana herkese gönlünü açan bir velî idi. O şöyle der: “Ben ki her meclisin ağlayanıyım. İyilerin de kötülerin de dostuyum. Fakat, herkes kendi niyetine göre bana dosttur. Bizim sohbetimizi herkes dinler, ancak herkes nasibi kadarını alır.”
Onun dergahına “Günahkar" olarak girenler “tevbe” ve “zikir” iksiriyle temizlenir, “Hak" ve "hakikat" nuruyla aydınlanır. "İman” ve “Edep” elbisesini giyer ve insanı kâmil olarak çıkar. Burada şunu da ifade edelim ki; bu gün insanların çeşitli müzik enstrümanlarıyla sundukları Semâ ayinleri ve gösterilerinin Hz.Mevlâna’nın manevi şahsiyetiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu tür merasimler Onun vefatından sonra Onu anmak ve onu tanıtmak için yapılan merasimlerdir. O, aslâ semâ âyini yapmamıştır. O, Kur’an’dan ve Peygamberden gıdalanan ve İslam ahlakına göre yaşayan ve Hak yolunda yürüyen, Hak âşığı bir müslümandı. Onu böyle bilelim ve bu düşünceyle Onun ilim, irfan ve hikmet deryasından hissedâr olmaya çalışalım. (muallimosman)
Çok bilgilendirici bir yazı. Teşekkür ederiz