ÖLÜM YIL DÖNÜMÜNDE MİLLÎ ŞÂİRİMİZ M. ÂKİF ERSOY’UN
ŞAHSİYETİ ve FİKRİYATI
Millî şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy, Türk Milletinin edebî ve fikrî alanda yetiştirdiği mümtaz şahsiyetlerinden biridir. O, yazdığı şiirlerde ve nesirlerde işlediği konular itibariyle gönüllerde taht kuran, vatan, din, millet ve istiklâl aşkıyla mücessem , millî bir şâir ve faziletli bir İslam mütefekkiriydi. Zamanın ünlü müderrislerinden Mehmet Tâhir efendinin oğlu olan M.Âkif, 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Hayatını; vatanına, milletine ve dini islama adayan ve bugün pek çok insanımıza ve gencimize ilham kaynağı olan M.Âkif, 27 Aralık 1936 tarihinde yine doğduğu şehir olan İstanbul’da vefat etmiş ve ertesi günü binlerce Türk gencinin omuzlarında ve eller üzerinde, dualar eşliğinde, son yolculuğuna uğurlanarak, Edirnekapı şehitliğinde defnedilerek sevgilisine teslim edilmiştir!... Ruhu şâd, mekanı cennet olsun inşaallah!.
M.Âkif’in edebî şahsiyetinin büyüklüğü yanında , millî kültürümüzün harcını oluşturan fikrî alandaki düşünceleri ve eserleri de bizler için çok önemlidir. Hayatı boyunca onu meşgul eden üç konu vardı. Bunlar; ‘vatanı’, ‘milleti’ ve dini ‘İslam’ idi. Onun bütün gâyesi; müstakil, hür ve geleceğinden emin, aynı zamanda dini sağlam ve ahlakı güzel müreffeh bir Türk Milleti görebilmekti. “İmandır o cevher ki, ilâhi ne büyüktür.- İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.” diyen M.Âkif, Allah’a inanmayı insanlığın bir şartı olarak görür ve içinde Allah inancı olmayan bir kalbi insanda zâid bir yük sayar. Millî şâirimiz M.Âkif; “Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı, -Asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı.” derken tüm insanlığın kurtuluşu ve saadeti için, Kur’anın bir hayat rehberi ve ilham kaynağı olması gerektiğini vurgular. Zira M.âkif, hayatı boyunca; Kur’anı, peygamberimizin güzel ahlakını, aklı ve ilmi kendine rehber edinmiştir. Yüce Allah Zümer suresinde: “De ki; Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyurduğu bu âyeti yorumlarken bakın ne söylüyor; “Olmaz ya! Tabii.. Biri insan biri hayvan,- Öyleyse cehalet denilen yüz karasından, -Kurtulmaya azmetmeli insan!” O, bilenlerle bilmeyenlerin aslâ bir olmayacağını, ilim ve irfandan yoksun insanların, câhil, ruhsuz, hissiz, vicdansız ve merhametsiz birer varlıktan başka bir şey olamayacağını, bu nedenle; ne pahasına olursa olsun cehaletten kurtulmak gerektiğini öğütlemiştir. Kendisi, ailesi ve milleti için çalışması gerekip de çalışmayan tembelleri ve miskinleri de çok ağır bir dille azarlamış ve onları milletin yüz karası olarak nitelemiş ve şöyle haykırmıştır; “Çalış! dedikçe din, sen çalışmadın, durdun. - Onun hesabına birçok hurâfeler uydurdun! Sonunda bir de ‘Tevekkül’ sokuşturdun araya, - Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya! ‘Allah’a dayandım’ de, sen çıkma yataktan, - Mânâyı Tevekkül bumudur? Hey gidi nâdan! Ecdadını zannetme ki, asırlarca uyudu! – Nerde bulacaktın o zaman eldeki bu yurdu!” Bu uyarılardan sonra M. Âkif, başarının ve mutluluğunun ancak çalışmakla elde edilebileceğini, bunun için de mutlaka çalışmak gerektiğini ve başka bir yolun olmadığını şöyle vurgulamıştır; “Allah’a dayan sa’ye sarıl, hikmete râm ol, - Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol…”
O, bir insanın insanlığının ve kalitesinin ancak; yaptığı işlerle, ortaya koyduğu eserlerle ve gösterdiği davranışlarla belli olacağını ifade ederek, bunu şiirinde şöyle belirtir; “Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey; eseridir. – Bir eşek göçtü mü dünyadan ondan da nihayet; semeri.” M.Âkif, bir milletin millet olarak ayakta kalabilmesinin ancak ve ancak ‘Millî Ahlak’ ile mümkün olabileceğini, ahlaksız bir milletin varlığını ve istiklâlini koruyamayacağını ve zamanla çürüyeceğini yok olup gideceğini söyler ve bunu şiirinde şöyle ifade eder: “Kendi ahlakıyla bir millet ölür, yahut yaşar.- Fakat ahlakın izmihlâli en müthiş bir izmihlâl, Ne millet kurtulur, zira ne milliyet, ne istiklâl, - Oyuncak sanmayın! Ahlâk-ı millî, rûh-u millîdir. Onun iflası, en korkunç ölümdür. Mevt-i küllîdir.” Ayrılıkçılığa ve bölücülüğe şiddetle karşı çıkan M.Âkif, milletimizin güçlü ve müreffeh olabilmesi için, millî birliğin ve din kardeşliğinin mutlaka korunması ve güçlendirilmesi gerektiğini vurgular ve bunu Safahat’ında şöyle dile getirir: “Fikr-i kavmiyeti telin etmiş peygamber, - Fikr-i kavmiyeti şeytan mı soktu aranıza? Arabın Türk’e, Lazın Çerkeze, yahut Kürde,-Acemin Çinliye, rüçhanı mı varmış nerede? Girmeden tefrika bir millete düşman giremez.- Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” Her türlü haksızlığa ve zulme karşı çıkan M.Âkif, daima mazlumun ve mağdurun yanında olmuş, herkesin derdiyle hemdert olmuş, onların sıkıntılarına çareler bulmaya çalışmıştır. Bunu safahatında şöyle dile getirir: “Zulmü alkışlayamam, zâlimi sevemem aslâ, - Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp küfredemem. Kanayan bir yara görsem, yanar tâ ciğerim; - Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim, Adam aldırma, geç git diyemem, aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, Hakkı tutar kaldırırım.”
Yu karda da ifade ettiğimiz gibi M.Âkif’in edebî şahsiyetinin büyüklüğü yanında millî kültürümüzün harcını oluşturan fikirleri ve eserleri daha çok önemli ve değerlidir. Bu nedenle milletimizin her ferdi Onun fikir pınarı olan ‘Safahat’ ını mutlaka okumalı ve ders almalıdır. Zira milletimiz ve özellikle gençlerimiz Onun yüksek fikirlerine, engin tevazusuna ve güzel ahlakına dün olduğu kadar bu gün de muhtaçtır. (muallimosman)
Yorum Yazın