Reklamı Geç
Güneş Güzellik
zeno
Diva Otel
Hatay
BIST10.914
DOLAR42.1008
EURO48.4266
ALTIN5372.0
BTC/USD101726.74
Osman Onbaşıgil

Osman Onbaşıgil

Mail: [email protected]

ÖRFLER, ÂDETLER VE GELENEKLER İNANCIMIZA UYGUN OLURSA GÜZELDİR

ÖRFLER, ÂDETLER VE GELENEKLER İNANCIMIZA UYGUN OLURSA GÜZELDİR

 

Muallim Osman -Milletlerin ve toplumların hayatlarında geçmişten gelen, fakat yazılı olmayan bir takım davranış ve davranış kuralları vardır. Bunlara; Örf, Âdet - Gelenek denir. Düğün merasimleri, bayramlaşmalar, Cenaze merasimleri, asker uğurlamaları, misafir ağırlamalar.. v.s. Örf ve âdetler bir toplumda birliği, beraberliği, sevgiyi, kardeşliği ve dayanışmayı sağlayan, toplumu diri ve canlı tutan önemli değerlerdir. Bu bağlamda milletimizin de kendine özgü örfleri, âdetleri ve gelenekleri vardır. Ancak bu örf ve âdetler, gelenekler ve ananeler inancımızla uyumlu olduğu zaman güzeldir, değerlidir ve anlamlıdır.

Zaman içerisinde görüyoruz ki, bazen örf ve âdetler; çevrenin ve yabancı kültürlerin etkisiyle dejerasyona uğrayabilmekte yabancı unsurlar ve hurafeler karıştırılarak farklılaşmakta ve yozlaşmaktadır. Durum böyle olunca, örf ve âdetler zamanla milli ve kültürel kimliğini yitirmektedir. Bilmeliyiz ki, milletleri ve toplumları diğer milletlerden ayıran unsurlardan biri de o millete ve o topluma ait örf, âdet ve geleneklerdir, inanışlarıdır. Bu nedenle geçmişimizden gelen ve milletimize ait olan örf, âdet ve geleneklerimizin, inancımızla ve tarihimizle uyumlu olması gerekir ki, o örf ve âdetler “bizimdir” diyebilelim. Mesela; Baharın geldiğini ifade eden “Nevruz” kutlamalarını hatırlıyorum. O kutlamalarda faaliyet olarak gösterilen “Örste Demir Dövme”yi anlıyorum. Bu folklörik gösteri geçmişte Asyada yaşayan ecdadımız Türklerin yaptığı güzel bir sanatı hatırlatıyor. Bu, güzel bir sunuş.. Ama bizim inancımızda ve kültürümüzde yeri olmayan bâtıl bir inanış olan ve Zerdüştlerce, Mecusilerce ateşi kutsama anlamına gelen “Ateş yakma ve Ateşten atlama” aktivitesini inancımızla ve kültürümüzle bağdaştıramıyorum. Karadeniz Bölgesinde görev yaptığım yıllarda Tabiatın yeşerrmesi ve canlanması anlamını ifade eden “Hıdırellez Bayramı”nı orada görmüştüm. Birkaç kez davetli olarak da katılmıştım. O yıllarda köy gezilerinde tesadüfen rastlamıştım ve çok hoşuma gitmişti. Her sene ayrı bir köyde kutlanıyordu. İlmi kaynaklarda Hıdırellez Günü 6 Mayıs olarak kabul edilmesine rağmen Karadeniz yöresinde genelde Nisan ayının son haftalarında kutlanırdı. İnsanlar, o gün sabahtan itibaren yaya veya araçlarla yeşili bol olan bir vadide veya Kırda toplanıyorlar. Kurbanlar kesiliyor, büyük büyük kazanlarda yemekler pişiriliyor, tatlılar yapılıyor, şerbetler hazırlanıyor. Öğle yemeği topluca yeniyor. Kuran okunuyor duâlar ediliyordu. Gün boyunca at yarışları, Güreş müsabakaları yapılıyor. Ozanlar sazlarıyla mâniler ve türküler söylüyor.. Genç kızlar ve erkekler Halk oyunları oynuyor. Yumurta tokuşturma, Çuval yarışı, halat çekme yarışı gibi bazı yöresel yarışlar yapılıyor. Birlik, beraberlik, dostluk ve kardeşlik içinde ve şenlik havasında Hıdırellez Bayramını kutluyorlardı.. Hıdırellez Bayramının; Ege, Akdeniz, Doğu Anadolu, Karadeniz, Trakya gibi Anadolu’nun birçok yöresinde kutlandığı gibi birçok Türk ülkesinde de kutlandığını biliyoruz. Ama orada da gördüğüm bir yanlış vardı ki, o da hurâfelerden biriydi. Kendilerince kutsal kabul edilen bir ağacın yanına gidiyorlar ve orada dilek dileyerek o ağaca çapıt ve bez bağlayarak dileklerinin kabulünü istiyorlardı!.. Bu âdetin, inancımızla uzaktan yakından ilgisi yok.Habuki tüm dilekler Allahtan istenir. Yılbaşlarında yeni yıla ümit ve sevinçle girmek için yapılan etkinlikleri anlıyorum, ama bu vesileyle tabiata zarar vererek çam ağacı kesilip süslenmesini, bacadan Noel baba inmesini ve çocuklara hediye getirmesi hurafesini hiç anlamıyorum. Yeni yıl geldi diye sarhoş olurcasına çılgınca eğlenilmesine de bir anlam veremiyorum. Böyle bir kültür bizim inancımıza uygun değil ve geçmiş kültürümüzde de yok!.. Ama yukarda da ifade ettiğim gibi birileri dışardan böyle batıl inanışları örf ve adetlerimizin içine sokarak bizi benliğimizden, inancımızdan ve kültürümüzden uzaklaştırıyorlar ve kendi bâtıl inanışlarını ve yoz kültürlerini bize aşılıyorlar. Düğünlerimizde de son zamanlarda İran, Irak ve Suriye gibi komşu ülkelerin örflerinde yer alan fakat dinimizle hiçbir alakası olmayan düğün merasimlerini toplumumuza sokarak ve o batıl uygulamalarını dindenmiş gibi göstererek dinimizi de yozlaştırıyorlar. Örneğin bazı ilahilerin ve Salavât-ı Şerifelerin müzik aletleri eşliğinde “ilahi” diye davetlilere dinlettirildiğini görmekteyiz. Halbuki ilahiler Allah’ın zâtının övüldüğü, tesbihat ve duâ niyetiyle tilavet edilen sözlerdir ve müzik âletleri eşliğinde okunması caiz değildir. Böyle yapılmasının da bir sevabı yoktur. Eğlence niyetiyle okunuyorsa, bu da doğru değildir. Meselâ yıllardanberi mübarek gün ve gecelerimiz câmilerde Kur’an ve duâ ile ve ikramlarla ihyâ edilirdi ki müslümanın câmi ile ve cemaatle bağı devam etsin diye. Ama son zamanlarda bu tür faaliyetler otellere ve salonlara taşınarak sazlı, sözlü batı usûlü bir kutlamayla kutlanmaya başlandı!..Bu da inancımızla bağdaşmayan bir uygulamadır.

Sözün özü şudur ki; inancımızı yaşarken, örf, âdet ve geleneklerimizi yaşatırken yaptığımız uygulamaların inancımızla ve millî kültürümüzle uyumlu olup olmadığına bakmalıyız. Uygun olanları almalıyız, uygun olmayanları çıkarmalıyız ki, kültürümüz ve inancımız yozlaşmasın ve bozulmasın. Böylece yaptığımız faaliyetler, hem kültürümüze yakışır, hem de Allah’ın rızasına yakışır olsun...

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar
Güneyler