TÜM ÂFET ve FELAKETLERİN SORUMLUSU
BİZ İNSANLARIZ ÖNCE KENDİMİZİ DÜZELTMELİYİZ
İnsana ve çevreye zarar veren her türlü olaya “Âfet” denir. Dini literatürde buna ”musîbet” denir.
Âfetlerin bir kısmı doğaldır, bir kısmı insan kaynaklıdır, insan etkenlidir. Ama, her ne suretle olursa olsun, insanların başına gelen tüm âfetlerin, felaketlerin ve musîbetlerin müsebbibi insandır, sorumlusu insandır. Onun şımarıklığı, doyumsuzluğu, haddi aşması, zalimleşmesi, ilahi ölçüyü ve dengeyi bozması nedeniyledir. Bunu bize Rabbimiz Allah haber veriyor ve şöyle buyuruyor: “Başınıza gelen her bir musibet kendi elinizle yaptığınız kötülükler nedeniyledir.
Bununla beraber Allah, çoğunu bağışlar.” (Şûra-30) İnsanoğlu geçmişten günümüze Allah’ın belli bir ölçü ve nizam dahilinde yarattığı evreni ve evrendeki nimetleri kullanırken yaptığı kötülüklerle ve yanlışlarla ilahi ölçüyü ve nizamı bozdu. Nefsini kirletti, Çevreyi kirletti, Havayı kirletti, Suları hem kirletti hem müsrif kullandı. Toprakları hem zehirledi hem zâlimce kullandı. Ağaçlık ve Ormanlık alanları plansız ve ölçüsüz kullandı. Yerleşmeyi ve Şehirleşmeyi plansız ve ölçüsüz yaptı.
Bu ölçüsüzlüğün bedelini de; susuzluk, kuraklık, kıtlık, deprem, sel baskınları, yangınlar, toprak erozyonu, tusunami gibi doğal afetler, zulüm, şiddet, savaş, cinayet, trafik kazaları, haksızlık, hastalık, açlık, adaletsizlik, ahlaksızlık gibi sosyal âfetler ve sosyal felaketlerle ödedi ve ödemeye devam ediyor. Biz insanların bu şımarıklığı, bu zalimliği bu haddi aşmazlığı ve bu doyumsuzluğu ve ölçüsüzlüğü böyle devam ederse felaketlerin daha büyüğüne ve daha ağırına müstehak olacağımızı unutmayalım!.
Kur’an ve Tarih bunun acı örnekleriyle dolu.
İnsanlar, çoğu kez sahip oldukları iyilikleri ve güzellikleri Allahın bir ihsanı olduğunu unuturlar da onları hep kendilerinden bilirler. Ama işledikleri zulümler, kötülükler, yanlışlar ve hatalar nedeniyle başlarına gelen musibet ve felaketler hususunda ise suçu ve sorumluluğu hep başkalarına veya ilahi kadere (Allah’a) yüklerler. Mesela bir deprem olduğunda veya sel felaketi olduğunda veya bir yangın olduğunda veya kıtlık ve kuraklık olduğunda veya toplumsal bulaşıcı bir hastalığa maruz kaldıklarında suçu ve sorumluluğu başkalarına atarlar.
Bunu da yapamazlarsa hemen şunu söylerler: “Takdiri ilahi böyleymiş ne yapalım” derler. Hiç, Allaha karşı yaptıkları isyanı, arz ve semada yaptıkları yanlışları, hataları, kötülükleri, haksızlıkları ve zulümleri düşünmezler ve sorgulamazlar! Halbuki tüm felaketler; ekilen kötü tohumların (ölçüsüz ve hatalı işlerin) ürünüdür..
Rabbimiz Allah Kur’anda: “İnsanların elleriyle işledikleri şeyler yüzünden karada ve denizde düzen bozulur. felaketler ortaya çıkar. Allah belki bu hatalarından (ders alıp) dönerler diye insanların yaptıklarının bir kısmını onlara (musibet olarak) tattırır.” (Rum-41) buyurduğu gibi bunu yapanlar da biz insanlarız. Öyle değil mi?.. Geçmişten günümüze insanlar dini ve dünyevi işlerinde zaman zaman haddi aşmaları, aşırıya gitmeleri, ilahi ölçüyü bozmaları sebebiyle pek çok âfete, felakete, musîbete ve azaba uğramıştır.
Nuh kavmi, Semûd kavmi, Âd kavmi, Lût kavmi gibi birçok kavim bu şekilde helâk olup gitmiştir.. Halbuki Allah, insanlara kitap ve peygamber göndererek iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı, faydayı ve zararı, hayrı ve şerri bildirmiş ve doğru yolu göstermiştir. Ayrıca, hakikatleri ve doğruları bulup seçebilsinler ve güzel işler yapsınlar diye insanları akıl, ilim ve hikmetle donatmış ve bizleri şöyle uyarmıştır: “Yiyin için fakat israf etmeyin!” (Âraf-31) “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (ölçüyü bozarak) haram etmeyin ve Allah’ın koyduğu sınırı aşmayın.
Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” (Mâide-87) - “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara-195) Biliniz ki, yukarda da ifade ettiğimiz gibi başımıza gelen tüm âfetler, felaketler ve musibetler haddi aşmamız ve kendi ellerimizle işlediğimiz zulümler, kötülükler ve yanlışlar nedeniyledir. Şunu iyi bilmeliyiz ki, Yüce Allah Kuranda:“Kim iyi bir iş yaparsa bu kendi lehinedir. Kim de kötü bir iş yaparsa o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin kullarına asla zulmedici değildir.” (Fussılet-46) buyurduğu gibi insanın yaptığı her şey, işlediği her amel lehine veya aleyhine olmak üzere kendisine geri döner. Bu da; Ya iyilik, rahmet, bereket ve mükafat olarak döner.
Ya da âfet, felâket, musibet ve azab olarak döner. Bu bağlamda şunu bilmeliyiz ki, arz ve semada meydana gelen her iyi ve kötü olaylardan tüm insanlar bulunduğu makam ve mevkiye göre, gücüne ve yetkisine göre sorumludur. Hiçbir kimse; “Benim hiçbir şeyde sorumluluğum yok.” diyemez. Biliniz ki; bu âlem Rabbimiz Allahın hepimize bir emanetidir. Onun kullanımı da sorumluluğu da hepimize aittir. Ve yapılan ferdî ve toplumsal hataların hepsinde hepimizin sorumluluğu ve payı var.
Bunu asla unutmayalım ve önce kendimizi düzeltelim ve birbirimize iyiyi ve doğruyu güzeli ve faydayı öğütleyerek, kötülüklerden ve yanlışlardan sakındırarak, işlerimizi ilahi ölçüyü ve doğal ölçüyü bozmadan akıl, ilim ve istişare ile güzel ve doğru yapalım ki; huzurlu ve feyizli bir hayat yaşayalım.
Rabbimizin huzuruna da tertemiz bir mü’min olarak çıkalım –
(muallimosman)
Yorum Yazın