FELSEFE VE TASAVVUF İLİŞKİSİNE SOSYOLOJİK BAKIŞ
Hülya İskifoğlu
Tasavvufun Öz’ü olan tevhid anlayışının temeli, irdeleme sorgulama ile anlam kazanır ve şekillenir. Felsefe ve tasavvufbağıntısı, düşünsel düzlemde aynılık bakımından bir farklılık göstermez. Felsefenin olmazsa olmazı olan sorgulama, Öz’eulaşma arzusu, bilgi sevgisi ve istencini, Yunanlılara dayandırmak; neredeyse insanlık tarihi ile başlayan Doğu’dan adeta bir güneş gibi doğan kadim öğretilerin içeriğini oluşturan düşünme estetiğinden (felsefeden) bihaber olmaktan öte bir şey değildir. Yunanlılardan yüzyıllar öncesine dayanan felsefi pratiklerin en bariz örneklerini, en eski kadim öğretilerden sirayet ederek gelen ‘tasavvuf ilminde’ sorgulamanın temelini oluşturan içsellik arayışları, bilgiden bilgi üretme, bilgiyi anlamlandırma, şekillendirme, davranışa ve değerlere dönüştürme çabaları olarak görmek mümkündür.
Öz’ü özümseme, irdeleme ve sorgulama sonucunda ruhsal ve zihinsel yatkınlık, üzerinde düşünülenin ve varılan çıkarımların kabul veya kabulsüzlüğü, durumu her iki düşünsel derinlikte aynıdır. Öngörüler ile ‘töze’, ‘duru görüler’ ile Öz’e varma istenci, tasavvufî yahut felsefî düşünsellikte aynı yolu izleyen derinlemesine irdeleme ve bir kabule yahut kabulsüzlüğe varma da düşünme estetiğidir. Bu minvalde varlığın, varlığı veya yokluğun, yokluğu hususunda akıl yürütmek ile varılan ve varılacak olan bütün kabul ve yaklaşımlar, tevhid anlayışını içselleyen tasavvufun kapsamı dışında şeyler değildir. Karl Popper’ın ‘bilimin yanlışlanabilirliği’ ilkesi, esasen derinlemesine bir düşünme ile bilginin sonsuzluğunu, bilgiden bilgi üreyeceğini ve her yeni buluşun, varlıktan yokluğa seyredişini bir nevi ortaya çıkarmaz mı?... Ne sonun son, ne de başlangıcın başlangıç olduğunu, besmelenin sırrı olan Rahman ve Rahim ol-an’ınadı ve esmanın o hikmetli ve derin manasından anlamak mümkün olmalı...
Lisan ve kelime hazinesi ile estetize olan, kelime bilgisi, telaffuzu, mana derinliği ve duygu yoğunluğu ile yoğrulan herdüşünme biçimi, töze veya Öz’e varma arzusunda bağımlı değişkenler olarak karşımıza çıkabilir. Doğu’da ‘duru görülere’ bağlı olarak ortaya çıkan düşünme, düşüncesinin Batı’da ‘öngörülere’ bağlı olarak ortaya çıkması; ‘bilmeyi isteme’ arzusunun iki ayrı sacayağı olan Batı’nın ve Doğu’nun anlam arayışındaki ifade biçimini oluşturan sosyolojik zeminin, bilgiyi irdeleme, sorgulama, analiz etme, harmanlama, anlama ve anlamlandırmada manaya ve ideaya yüklediği derinlik ve yoğunluğu, yansıtma ve aktarmadaki farklılığıdır. Zengin bir lisanın, kelime çokluğunun yahut yetersizliğinin, felsefe/tasavvuf içkinliğindeki farklılığı; tözüve Öz’ü özümseme bakımından aynı ufka ve derinliğe sahipliğidir...
Öncelikle kelimelerden bağımsız olarak bilgilerin zihnimizde işlenmesi, sonrasında kelimelere giydirilmeden evvelki sürecinde konuşlandığı devre, mananın ya da ideanın henüz nicelikten önce niteliği durumudur. Daha sonra kelimelere giydirme aşamasındaki süreçte, lisan ve kelime hazinesi, mananın ve ideanın ifadedeki ufkunu ve açıklığını,niceliği bakımından daraltacak ya da genişletecektir.
Bu minvalde niteliğin niceleşmesi, nitelik bakımından, yani kelimelerden soyut düşünce oluşum devresine müdahilliği her daim yetersiz kalacak, “düşünmenin ne’liği” hususu yaratıma eş, merak konusu olup dikkat çekecektir. İşte tam da bu noktada felsefeyi, anavatanı olan tasavvufta içselleştirmek hiç de yanlış olmaz. Öngörünün dışsallığı ile duru görünün içselliği, bağlam nitelik ve niceliksel bakımdan tam olarak sosyal ve zihinsel zemin ve kaynağın işleniş devresinde yer alan bilgiler bütünüdür. Felsefe ve tasavvuf ilişkisinde Özün özümsendiği durumda dahi ‘kesin ve net bir sonuca varılmayış’ söz konusudur. Bilginin sistemsel doğruluğu kabul görse de, ‘doğruluğu’ bilgisi, bilginin sonsuzluğu karşısında hiçbir zaman kesin olmayacaktır. Bu minvalde olgu ve olayları irdeleme ve sorgulamada, sosyolojik zeminin tarihsel süreçte süregiden değişkenliği ve dönüşümü de kesin ve net bir sonucu doğrulayamayacağından, felsefe ve tasavvufun tözü veya Özü özümsemesindeki analiz sonuçları,konjonktürel düzlemde düşünülebilir. Her iki durumda da bilginin sonsuzluğu karşısında kesinlik içermeyen bilginin doğruluğunu sorgulamadaki Öz’e yahut töz’e ulaşma arzusu, varılan sonucu olumlu veya olumsuz kılsa bile nicelik ve de nitelik bakımından izlenilen düşünsel yöntem, farklılık göstermez.
Düşüncenin kelimelere yolculuğundan evvelki duruluğu, içselliği, ol-an’a rızalığı ve tevekkülü inşası, kelimeleri giyerken tedbiri elden bırakmayan mantığın, hüküm sürdüğü öngörülere doğru yol alışı, zihinsel sürecin oluşumlarının ayrılmazlığı ve aynılığı, tasavvuf ve felsefe bütünlüğü ile anlam bulur. Doğu lisanlarını besleyen anlam derinliğini ifade etmedeki Öz’ü irdeleme, Öz üzerine düşünme çabası; adeta felsefenin ruhunu üfleyen kaynak niteliği taşır. İbn-i Arabi’nin Öz’ü özümsemede kelimelere döktüğü düşünsel derinliği, mana ilmindeki derin felsefeyi; Batı lisanlarının ve öngörülerinin tam anlamıyla açıklayabilmesi mümkün müdür? Tasavvufun aydınlatıcı, felsefenin ikna edici yaklaşımı bütünsel perspektifte; doğrunun ne olduğu değil, nasıl savunulduğu gerçeğini ortaya koyar. Bu iki yaklaşımın kesiştiği ortak nokta, doğrunun kesinliğinden ziyade, akla yatkın olanın nasıl savunulduğundaki düşünme birlikteliğidir. Her şeyin bir akış içinde olduğu ve bu düzenli akışın çeşitliliklerini birlik içinde tutan bilme ve bilinme arzusunun Hakim’i evrensel akıl; karşıtlıklardan doğan gerilimin yarattığı oluşun sürekliliğini sağlayan sonsuz ve sınırsız düşünme, idrak etme, tasavvuf / felsefe özdeşliğini mümkün kılar...
























































Yorum Yazın