Reklamı Geç
Güneş Güzellik
Güneş Güzellik
Diyor Pastanesi Umut Vural
Hatay
BIST10.837
DOLAR42.0751
EURO48.7444
ALTIN5410.7
BTC/USD109886.27
Aslıhan Toksoy

Aslıhan Toksoy

Mail: [email protected]

PARANIN GEÇMEDİĞİ YERLER

PARANIN GEÇMEDİĞİ YERLER

Türkiye’nin hafızasına kazınan, unutmayacağı ve aklından çıkarmayacağı tarih; 6 Şubat 2023 saat 04.17

Paranın saltanatın kısa sürede yok oluşu

Asrın felaketiyle karşı karşıyayız.

Bu doğru.

Şüphesiz.

Merkezi Kahramanmaraş’ın Pazarcık kazası olan o korkunç depremin haberini İstanbul’da; arkadaşımdan öğrendim. Gece uyuyamamıştım, sanki içime doğmuş gibi garip bir huzursuzlukla girmiştim yatağa. İstanbul’daysanız bu korkuyu ve huzursuzluğu zaman zaman hissedersiniz. Böyle durumlarda herkes aynı şeyi yapar, hemen televizyonu açar. Ben öğrenene kadar depremin üzerinden 2 saat geçmiş ve bütün kanallar deprem bölgelerinden yayına başlamıştı bile. Hava İstanbul’da karlı ve soğuktu. Bu sebepten dolayı çalıştığım kurum tatildi.

Bulunduğum yere sığamıyor. Paniği, korkuyu, endişeli bekleyişi bir arada yaşıyor. Kaygı ve endişe ile haberleri izlerken bir yandan sağ olarak çıkarılan vatandaşlarımızı görüp ağlıyor diğer yandan olayın vahametini kavradıkça kaygı seviyem daha da artıyordu.

Haberlerde enkazın altından bir çocuk çıkarttılar. Şaşkın uykulu gözlerle etrafa bakarken “Sizin bizim evimizde ne işiniz var” diyerek arama kurtarma ekiplerine hesap soruyordu her şeyden habersiz. Ya da “su içemem muayene olmadım daha” diyen minik bedeninde kocaman yürek taşıyan evlatlarımız. Diğer yandan ağlayan gözlerle evlatlarının,eşlerinin, akrabalarının, sevdiklerinin enkazdan sağ salim çıkmasını bekleyenler. Ekran başındaki bu bekleyişi elim kolum bağlı sadece ağlayarak izlemiş ve bununla yetinmek zorunda kalmıştım.

Ertesi gün çalıştığım kuruma gittim. Toplu taşıma araçlarında herkes elindeki telefondan haberleri izliyordu. Yüzler gülmüyordu. Herkes fiziken araçlarda fakat ruhen deprem bölgelerindeki kardeşlerinin yanındaydı.

Çalıştığım kurumda hemen hemen herkes arama kurtarma ekibi ile çalışmalara katıldığından kurumda acı bir sessizlik hâkim olmuştu. Sürekli haberleri izliyorduk. Adeta elimiz kolumuz kalkmaz olmuştu. Bir şeyler yapamamanın eksikliği, acısı ve ağırlığı ile sadece oturuyorduk.

Bir zaman sonra deprem bölgesine gidecek olan ekibe ismimi yazdırdım. Hiç düşünmeden hem de. Bir poşet bile götürebilsem, yaralarına derman olabilir miyim diye düşünürken görevlendirme ile Adıyaman ilimize gitmeyi nasip etti Rabbim. 

13 Şubat Pazartesi 15:45 uçağı ile Adıyaman’a gittik. Vardığımızda her yer karanlıktı. Endişeli gözlerle çevremi gözetliyor acaba bir ses duyar mıyım diye pür dikkat etrafımı izliyordum.

 

 

 

"İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın.’’ 

İlahi uyarıyı dikkate alan, milletin devletiyle bütünleştiği ve devleştiği böyle bir zamanda hayırsever bir firma kendilerine ait tekstil atölyesini ve deposunu açmış, depo olarak kullanılmasına izin vermişti. Herkes canla başla çalışırken yorulduklarından Tekbir sesleri ile kendilerini motive ederek yorgunluklarını atmaya çalışmaktaydılar. Saatin kaç olduğundan, kaç saat uykusuz kaldıklarından bile haberleri yoktu. En son ne zaman yemek yediklerini dahi hatırlamıyorlardı. Ben arabada veya çadırda uyumaya kendimi hazırlamışken bayanlar için çok sevdiğim ilmine bilgisine hayran olduğum hocam bir oda ayarladığını ancak toparlamamız gerektiğini belirtmişti. Seve seve toparladık oraları. Ama aklım hala enkazlar da ve oralarda çadırda yatan insanlarda idi. Hava -8 derece idi. Odada olmamıza rağmen hava çok soğuktu. Dışarıda çadırda kalan veya enkaz altında olan Ümmeti Muhammedi düşününce uykularım kaçıyordu.

"Uykumuzdan Çığlıklar İle Uyandık"

14 Şubat Salı günü yanımızda bulunan psikolog hocalarımızla Adıyaman Merkez’e indik. Binaların bir kısmı yıkılırken, bir kısmı üzerine düşen görevi zorda olsa yaparak insanların en azından sağ olarak kurtulmasına yardımcı olmuştu. Gördüklerim karşısında duygularım adeta lâl olmuştu. Arabayı bir yere park ettikten sonra merkezde enkazların arasında ağlayarak sessiz korkudan büyümüş gözlerimizle dolaştık. Ola ki bir ses duyarım diye parmak uçlarımla yürüyordum adeta.Her yer devasa iş makineleri ve arama kurtarma ekipleri,polis, askerle doluydu. Enkazların başında bir ümitle yakınlarını bekleyen depremzedeler vardı. Elimden hiç bir şey gelmiyordu. Tek cümle “Geçmiş olsun.” diyebildim. Sarıldım, onlarla ağladım. Yapabileceklerim kısıtlıydı ümit veremedim. İçimden inşallah sağ çıkarlar dualarıyla gözlerimden damla damla yaşlar döküldü. Yıkılan belediye binalarının karşısında gıda ve sıcak yiyeceklerin dağıtıldığı depremzedelerin sıraya girdiği noktaya gittik. Yüzlerinde buruk bir tebessüm ile bizleri karşıladılar. Selam verdiler. Selamlarına cevap verirken içimden; kimdi bu insanlar, nasıl hayatları vardı, bir rüyanın içinde olduklarını mı düşünüyorlardı. Peki ya her şeyden habersiz minik bedenleri olan çocuklar sıcacık evlerinden oyuncaklarıyla oynamaları gerekirken anneleri ile sıraya girerek yemek alıyorlardı. Sırada denk geldiğimiz ağlayarak isyan eden bir kardeşimiz olduğu gibi metanet içinde tevekkül edip kabul edenler de vardı. Gözlerimin gördüklerinden sonra verilen tüm tepkileri normal karşılıyor insan. Ceylan gözlü 5 yaşında bir çocuk dikkatimi çekti. Hemen yanına gittim. O kadar sıcak karşıladı ki beni. Oracıkta kalbimiz ısındı. El ele tutuşup oyun oynadık. Kahkahalarımız herkesi az da olsa gülümsetti. Çocuk her yerde her koşulda çocuk olduğunu bir kez daha hatırlattı. Zor ayrıldım, gitmek zorundaydım.  

Gerçekten herkesin aciz kaldığı bir andı ve sanki 11 ilde kıyametin bir provasını yaşıyorduk. Herkesin anlattıklarından ve gördüklerimden sonra “Kıymetin provası mıydı? demeden kendimi alamamıştım. Ultra lüks binaların bile yerle bir olduğu bölgede, zengin-fakir, güçlü-zayıf, büyük-küçük, yöneten-yönetilen herkes eşitlenmişti, herkes kendisiyle baş başa kalmıştı adeta.

Mümtehine Suresi, 3. Ayette buyuruyor ki: Ne yakın akrabalarınız ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayamaz. (Allah) Sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı görendir.

Güvenli Yuva

Oradan ayrılıp çadır kentlere doğru yola çıktık. AFADkurduğu ve kontrolü altında olan ve ilk kurulan çadır kentteki depremzedeleri ziyaretlerde bulunduk. Çadır kentlerde dikkatimi çeken her çadırın kenarına kendi ailesinin isimleriniapartman kapılarına yazarmış gibi yazmaları idi. Aidiyet istiyorlar. Yüzlerine bakamıyordum. Ola ki ağlarlarsa dayanamazdım. Çadır kentte yardımlar hamdolsun çok ama çok iyiydi. Sıcacık yemekler, lokmalar, montlar, sobalar, oyuncaklar, sular dağıtıldı. Yemek sırasındaki herkesin gözlerinde şükrettiklerini izlemek zor değildi. Çadır kentlerde Milli Eğitim Bakanlığı ve Sosyal Hizmetler Müdürlüğünce görevlendirilmiş gönüllü ekipler vardı. Nasıl sevindim size anlatamam. Devlet her anlamda halkın yanında idi. Ve özellikle neslimizi korumak adına adımlar atmış hiç kimsenin müdahale etmesine izin vermemişlerdi. Etrafta gazeteciler fotoğraf makineleri ile doluydu kızmıştım aslında o insanları çocukları bu kadar çok medyada paylaşmakta haklarına girmekti aslında. Seneler sonra her şey düzene girdiğinde hayatları normale döndüğünde önlerine geldiğinde veya çevreleri tarafından görüldüklerinde ne hissederlerdi bu soruyu kendime sorduğumda aldığım cevap hoşuma gitmemişti. Kurulan çadırların arasında dolaşırken bir ailemizin yanına vardık. Yarım kalan hayatlarına rağmen misafirperverlikleri teslimiyetleri takdire şayandı. Ateş başında odun ateşinde demledikleri çay olmazsa olmazları idi. Ne demişler “çayın iyileştirici bir özelliği olmalı” onaylamış oldular sanırım. 

"Aynı aileden birçok kişiyi kaybettik"

Çadırların arasında ilerlerken bir ailemizin yanına izin isteyerek oturduk. Sadece oturup nasılsınız dediğinizde bile sizlere yüreğindeki acıları anlatıyorlar. Öyle ki bir aileden 30 kişi. Hangi cümle ile tarif edilebilir, hangi cümle anlatırdı, anlatabilirdi. Tamamlayabilirdi. Ama yine metanetlilerdi. Dillerinden dua eksik değildi. Sürekli şükrediyorlardı. Şükrettikçe kendime dert edindiklerimden utanmadım değil. 

Oradaki herkes kıyamet kopuyor sandık diyorlar. 

Kıyamet… Nasıl olacağını bilmediğimiz kıyamet...

Depremden sağ kurtulan herkes çöken evlerden “İmdat” kelimesi veya “Beni kurtarın” bağırış çığırışların kulaklarından gitmediğini uykularında bile bu çığlıkları duyduklarını söylemektelerdi.

Depremden kurtulanlar kurtulduklarına şükrediyor hatta malları umurunda değildi. Halbuki mal canın yongası değil miydi?..

Bir tane annemiz anlatıyor. Evladımın o akşam sevdiği yemekleri yaptım. Yatmadan önce hiç öpmezdi tek yanağımdan öptü keşke iki yanağımdan öpseydi sarılsaydım daha çok koklasaydım diyor. Akşamında sevdiklerimizle uyuyup sabahında hiç tanımadıkları insanların yanına defnedildiler. İnsanın canını başka ne yakabilirdi…

Yeni kurulan çadır kentlerden birinde bir teyzemizin kendi derdini unutup bizlere çiğ köfte yapmak istemesine ne demelipeki! Ah teyzem yüce gönüllü eski toprağımız.

Herkesin duygularını anlatma, gösterme şekli farklıydı hepsi normaldi. 

Her şeyden bihaber olan, haberleri izlemeyen kardeşlerimiz diğer illerdeki yani bizlerin normal hayatımıza döndüğümüzü düşünmeleri veya çocukların okulların açıldığını düşünmeleri ve onlara verdiğimiz cevaplarla onların dertleriyle dertlendiğimizi sözel olarak da ihtiyaç hissettiler. 

Saati Belli Olmayan 

15-16 Şubat; Adıyaman Devlet Hastanesi’ne ziyarete gittik. Ah ah... Kimi depremin ilk günü kimi 5. günü çıkarılmış. Tarih, gün kavramı yok. Depremzede vatandaşlarımıza geçmiş olsun dediğimde boğazıma yumru oturdu. Bazı depremzedelerimiz enkaz altından çıkarıldığından bile haberleri yokken ve hatta bir kardeşimiz kimyasal zehirlenmesinden kaynaklı hastaneye yattığını ısrarla söylemeye hemşire ve doktorları ikna etmeye çalışırken, bazı depremzedelerimiz evde deprem esnasında yaşadıklarını gözlerini kırpmadan tek nefeste anlattılar. Deprem günü birçok kardeşimiz oruca niyetlenmek için kalktıklarını hatta oruç tutamadıkları için nasıl üzüldüklerine kulaklarım bizzat şahit oldu rabbim de şahit olsun. Bir önceki gün ziyarette bulunduğumuz çadırlarda kalan vatandaşlarımızı tekrar ziyaretlerde bulunduk. Bizi unuttunuz gelmezsiniz dedik diye üzülmüşlerdi. Kendilerini yalnız hissediyorlar. Lütfen elimizden geldiğince yanlarında olalım. Sarılalım. Çokça dinleyelim.

Sarıldığımız her kardeşim kokuyoruz, sarılmasak diyerek mahcup bir haldeydi. Deprem bölgesinde şuan en acil ihtiyaç seyyar tuvalet ve banyo, iç çamaşırı,(yıkama imkânları olmadığı için çok fazla ihtiyaçları var) şampuan sabun. Bazı depremzedelerin çöl yak hastası olduğunu ve ona göre beslenmeleri gerektiğini ama olmadığını söylediler. Bu konuda da hassas olup belirleyerek depremzede kardeşlerimize ulaştırmamız gerekli. 

"Aklımız orada kaldı"

17 Şubat günü, Adıyaman’da son günümüzdü. Oraları bırakıp gitmek istemedim. Daha çok ne yapabilirdim. Koli bile bantlamaya, yardım götürmeye, yemek yapmaya bile razıydım. Lakin oralarda da Ümmeti Muhammed bekliyordu. Akşam saatlerinde Hatay’a gitmek üzere araçla yola çıktık. Yolların hasarlı olduğunu ve yavaş gitmemiz gerektiği konusunda endişeli olarak bilgi verdiler. Yolda bir görevli abimiz her gittiğiniz ilimizi gördüğünüz iller ile kıyaslayıp daha kötüymüş buralar diyeceksiniz demişti. Kendi kendime Antakya’yı görmeden daha kötüsü ne olabilirdi dedim…

Sağ salim Reyhanlı’ya varmıştık.

Tarih boyunca Türkiye’nin en büyük depremleri Antakya’da oldu…

Antakya'da tarihte tespit edilen ilk deprem MÖ 148'de meydana geldi. Daha sonra MÖ 130'da bir deprem daha oldu. MÖ 69'daki depremde şehir harabeye döndü. Milattan Sonra 35 ve 115'teki depremler Antakya'ya zarar verdi. Tarihçiler kesin olmayan bilgilere göre 260 bin kişinin öldüğünü söyler.245, 334, 458 ve 506'da da depremler meydana geldi. 

Antakya, 525'te meydana gelen yangının izlerini silemeden 526'da meydana gelen depremde yıkıldı ve binlerce insan öldü. İki yıl sonra 21 Kasım 528'de Antakya tarihinin en şiddetli depremlerinden oldu. Deprem, Lazkiye ve Samandağ’ını da etkiledi. Depremler sonraki yıllarda da devam etti. 551, 557, 577'de meydana gelen depremlerde şehir harap oldu. 31 Ekim 588'de yaşanan depremde 60 bin kişinin öldüğü söylenir. 22 Şubat (veya Mart) 713'te meydana gelen deprem Antakya, Halep ve Kınnesri'ni de (Kuzey Suriye'de) etkiledi ve birçok yapı yıkıldı.

18-19 Şubat; Herkesin hayatları farklıydı, umutları farklıydı ama kaderleri ortak yazılmıştı. Gece boyu artçı sarsıntılardan uyuyamayıp yine erkenden kalkarak hazırlıklara başladık. Hatay’ın Antakya ilçesine durum tespiti yapabilmek için yola revan olduk.

Son Durak

Yol kenarından geçerken sağ tarafımıza düşen parselde depremlerde hayatını kaybedenler için hazırlanmış toplu mezarlar vardı. Yarım kalan hikâyeleri yakınları tarafından mezarlarına yansıtılmıştı, mezarlara bırakılan ve depremde ölenlere ait eşyalar yüreğimi dağladı. Bazılarında duvaklar, bazılarında bebek kıyafetleri, bazılarında asker üniformaları, çocuk ayakkabıları, atkı, bere asılmıştı. Hatta söylenen bilgilere göre vatandaşlarımızdan bazıları mezarlara zeytin fidanları dikmesi dikkatimi çekti.

O zaman anlıyor insan ismin, makamın, unvanın yok. Sadece numaran var ve mevtasın. Falanca numaralı mevta… 

Sessizce Ağlayan Şehir Antakya

Şehir merkezine geldiğimiz de kimsenin bilmediği, tarif edemediği ve kimilerine göre asrın felaketi, kimilerine göre yüz yılın depremi ve kimilerine göre ise Allah’ın ikazı olarak tanımlanıyor. Kim ne derse desin? Yüzlerce insana mezar olmuş bir şehir vardı karşımda.Dizlerimin bağı çözüldü, ilk defa bu kadar aciz kaldığımı hissettim. Dizlerimin üzerine çökebildim ağlayarak. Etrafıma baktığımda etrafımda yalnızca enkazlar ve tozpembe toz bulutları vardı. İş makineleri enkazların üstlerinde durmadan çalışıyor, diğer yandan AFAD enkazları kontrol ediyordu.

Depremde yıkımın en büyük olduğu il olan Hatay’da arama kurtarma ve yardım çalışmaları halen devam ediyordu.  Bizlere hasarlı binalara yaklaşmamamız gerektiği konusunda sıkça ikazlarda bulunuldu. Antakya’da her iki binadan biri yıkılmış veya yıkılacak durumdaydı. Ayakta durmaya çalışanların da bir taş atılsa yılların verdiği yorgunluk ile yıkılması an meselesiydi.

Enkazlardan Çıkartılan Mutlu Hatıralar

Bir zamanlar sokaklarından evlerine varmak için hızlı adımlar ile yürüyen sokaklarda acı sessizlik hâkim.  Enkazların arasından sadece hatıralar kaldı. Çalışmalar esnasında enkazların arasında toza bulanmış ailelere ait albümler ve fotoğraflar da sahipsiz kimsesiz kalmıştı. Her fotoğraf karesinde mutlu aileler, nişanlanmış çiftler, mezuniyet resimleri düğün kareleri, takdir belgeleri, top, bisiklet ve oyuncak pelüşler insan düşünmeden kendini alamıyor... "Belki son kez oynadı, bindi veya baktı"

Bu sene anneler gününde annesi olmayan öksüz çocuklar

Bu sene anneler gününde nice çocukları olmayan anneler 

Babalar gününde sayısız yetim çocuk KALDI…

Bizi Birbirimize Sıkıca Bağlayan Günlerden Geçiyoruz 

Şu an her şey tazeyken, konu gündemdeyken herkes yardım etmeye çalışıyor; fakat bir ay sonra, konu gündemden düştüğü zaman bizi burada unuturlar mı?’, ‘Başımıza ne gelecek?’, ‘Bundan sonra ne yapacağız?’ gibi sorular zihinlerinde dönüp duruyor. ‘Biz millet olarak her şeyi hemen unutuyoruz’ ezberimizden yola çıkarak haklı olarak kaygılanıyorlar, oysa şimdi güvende hissetmeye ihtiyaçları var. Her canlının temel ihtiyaçlarından biri de güvende hissetmektir. ‘Önümüzdeki aylarda da yanımızda olacaklar mı’ sorusunun cevabını duymaya ihtiyaçları var.

Söyledikleri Ortak Soru: Şimdi Biz Ne Yapacağız…

Peyami Safa "ölüm bir eve girince sağ kalanları da biraz öldürüyor.” der. Şimdi hepimiz, ölülerin geride bıraktığı ölüleriz aslında değil mi?

Enkazdan yeterince can çıkaramadık bari ders çıkaralım…

Bu bağlamda bizim de “en iyi tedavi tedbirdir” sözünü ilke edinerek, ülkemizdeki yapı stoğunu gözden geçirmemiz gerekir. Dünyada şehirlerini biz insanlar kadar katleden, ruhsuz, soğuk betonarme terörünün insafsızlığına ve ruhsuzluğuna terk eden bir toplum yok. Deprem bu gerçeğin görülmesine vesile olursa ki umarım olmuştur, depremden çıkarmamız gereken en önemli derslerinden birini çıkarmış oluruz.

Hoşgörü Ve Sevgi İnsan Hasletidir.

Günlerdir deprem bölgesinde; imanlarıyla yoğurdukları vicdanlarıyla gece gündüz çalışan, uyku ve açlık nedir bilmeyen, bir köşeye çekilip, azıcık istirahat etmeyi dahi düşünmeden bir can kurtarma gayreti içinde olan şüphesiz ki milli birliğimizin reçetesidir.

Ezcümle Cemil Meriç’ten:

İnsafını kaybedenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar. Halk ile aralarına duvar örenler, sadece kendi toplumuna değil, bütün insanlığa karşı duvar örmüş olurlar.

 

ALLAH bu necip Müslüman Millete bir daha Al Bayrağı yarıya indirecek kara günler yaşatmasın.!

Duam odur ki; Cenab-ı Hakk’ın insanımıza bir daha böyle bir felaket yaşatmamasıdır. Depremde ölenlere rahmet, yaralılara şifa, yakınlarına sabır diliyorum.

Ve unutmadan; Her imtihan bir imkândır, her imkân da bir imtihan.

Diva Otel

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar
Diva Otel