Reklamı Geç
Gökçesan
Yükseliş Koleji
yükseliş
Hatay
BIST11.311
DOLAR42.7108
EURO50.1608
ALTIN5957.3
BTC/USD89594.772
Muhammet KEMALOĞLU

Muhammet KEMALOĞLU

Mail: [email protected]

Şark Mıntıkasında Cezaların Tecili Hakkında Kanun

 

Şark Mıntıkasında Cezaların Tecili Hakkında Kanun (1928 Tarihli ve 1239 Sayılı): İstisnai Hukuk, Tarihsel Emsal ve Güncel Geçiş Süreci Analizi

(Milli Üniter Devlet Perspektifiyle Değerlendirme)

 

Giriş

 

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, İstiklâl Harbi'nin ardından on yıldır süren savaşların toplum üzerinde yarattığı tahribatın izlerini silmek ve ülke çapında devlet otoritesini yeniden tesis etmek amacıyla bir dizi radikal adımın atıldığı bir döneme işaret etmektedir (Köse, 1260). Bu süreçte, ülkenin farklı bölgelerinde merkezi otoriteyi tehdit eden iç isyanlar, eşkıyalık (şakavet) ve bölücü terör hareketleri, devletin olağan hukukun ötesinde istisnai kanunlar tesis etme pratiğini sürekli kılmıştır. Bu tarihi zorunluluklar, dönemin koşullarında dahi elebaşıları affetmeyen bir devlet iradesinin varlığını gösteriyordu. Merkeziyetçi ve üniter devlet yapısını koruma çabası, Cumhuriyet'in kurucu felsefesinin temel taşıydı ve bu kanunlar da bu felsefenin bir yansımasıydı. Otoritenin bölünmezliği ilkesi, asayişin yeniden sağlanmasının ilk şartı olarak kabul edilmiştir. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, bu hukuki adımların nihai amacını teşkil etmekteydi.

Bu kapsamlı metin, özellikle 1928 tarih ve 1239 numaralı ve onu tamamlayan 1316 numaralı Kanun'un tam metinlerini inceleyerek, bu tarihi hukuki deneyimin günümüzde Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum tarafından "Terörsüz Türkiye" sürecine yönelik bir "geçiş hukuku" modeli olarak emsal gösterilmesinin hukuki, siyasi ve toplumsal yansımalarını derinlemesine analiz etmektedir. Bu bağlamda, yaklaşık 40 yıldır kan akıtan organize bir terör örgütüne yönelik uygulama ile Cumhuriyet'in kuruluş aşamasında asayişi sağlama amaçlı münferit isyanlara karşı çıkarılan bu geçici kanunun hukuki nitelik ve uygulama alanları açısından temelde aynı olmadığının altı önemle çizilmelidir. Dolayısıyla, günümüzdeki terör olaylarına karışan herkesin, evrensel hukuk ilkeleri ve anayasal ceza hukuku çerçevesinde hesap vermesi gerekliliği, hukukun üstünlüğü ilkesinin vazgeçilmez bir gereğidir. Mevcut siyasi iradenin "geçiş hukuku" adı altında yürüttüğü bu süreç, esasen, masumların kanına giren teröristlere yönelik örtülü bir af sürecinden ibarettir. Çalışma, 1239 sayılı Kanun'un öncülü olan 183 (1922) ve 356 (1923) sayılı kanunlar ile güncel süreçteki Abdullah Öcalan'ın rolü ve siyasi af kılıfı tartışmalarını bütünleştirmekte ve Kanun NO:1316'nın tarihsel sürecini detaylandırmaktadır. Bu tür bir uygulamanın, kökleri binlerce yıla dayanan milli ve tarihi değerlerimizle çelişki oluşturduğu kesindir. Bu kapsamda, Uçum'un teklifi, sosyal barışı sağlama iddiasıyla milli vicdanı derinden yaralama tehlikesini barındırmaktadır.

 

1. Cumhuriyet'in Erken Dönemleri: Asayiş Sorunu ve İstisnai Hukuk Modelleri

Cumhuriyet'in kurulmasını takip eden ilk on yıl, ülkedeki asayişin yeniden sağlanması açısından oldukça zorlu geçmiştir. Bu dönemde Cumhuriyet'in ilk on yılında asayişi ihlal eden hususların başında, "devlet düzenine karşı gelme, başkaldırma" olarak tabir edilen isyan vakaları yer almaktaydı (Köse, 1259). Nitekim bu ifade, o yıllarda sıkça kullanılan ayaklanma kelimesiyle aynı anlamı taşıyordu. Yeni Türk devleti, 1923 yılında Cumhuriyet rejimini benimsemişti. Ancak kurucu kadronun ulusu çağdaş medeni seviyeye çıkarma mücadelesinde, özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu vilayetlerindeki bazı unsurlar, "Cumhuriyet'in ilk yıllarında devlete zorluk çıkarmaktan geri durmamıştır" (Köse, 1260). Bu durum, yeni kurulan devletin sınırları içerisinde merkezi otoriteyi sağlamlaştırma çabasının ne denli zorlu olduğunu açıkça göstermekteydi. Milli bütünlüğü koruma hedefi, o dönemki her yasal düzenlemenin ruhunu oluşturuyordu. Bu isyanlar, ulus-devlet inşa sürecinin karşılaştığı iç tehditler olarak algılanıyordu. Devletin meşruiyetini ve egemenliğini pekiştirmek en öncelikli siyasi hedefti. Dolayısıyla, çıkan

kanunlar, ulusal birliği pekiştirmek amacıyla çıkarılmıştı. Bu durum, Ülkede her türlü icraatın başarılabilmesini ancak kati bir huzur ve emniyetin sağlanmasında gören Cumhuriyet Hükûmetini bu meseleye özel bir önem vermeye itmiştir (Köse, 1267). Bu, asayişin yeniden temini için olağanüstü tedbirlere başvurmayı kaçınılmaz kılan, kuruluş dönemi travmasıyla karakterize bir siyasi zorunluluktu. Milli Güvenlik ve toplumsal düzenin sağlanması, kurucu felsefenin temelini oluşturuyordu. O yıllarda çıkarılan istisnai hukuk, devletin bekasını tehdit eden dağınık unsurlara karşı bir konsolidasyon aracıydı.

A. Tecil-i Takibat Kanunu (No. 183, 1922) ve İzale-i Şakavet Kanunu (No. 356, 1923)

Merkezi otoritenin tesis edilmesi yolundaki ilk yasal düzenlemelerden biri, daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce, 21 Ocak 1922 tarihinde 183 sayılı 'Tecil-i Takibat Hakkında Kânun'un kabul edilmesi olmuştur (Köse, 1267). Bu adımın gerekliliği, İstiklâl Harbi'nin uzaması neticesi olarak harp kaçaklarının ve fırsat düşkünlerinin teşkil ettikleri üçer beşer kişiden oluşan ve toplamı 1.840 kişiyi aşan 80 kadar çetenin memleketin asayiş ve emniyetini bozuyor olmasından kaynaklanıyordu (Köse, 1267). Bu çeteler, yeni kurulan Meclis Hükümeti için derhal çözülmesi gereken devasa bir güvenlik zafiyeti yaratıyordu. Kanun, şekavet erbabından olup da bu tarihe kadar teslim olmamış kişilerin bir ay zarfında teslim olmaları halinde haklarındaki takibatın ertelenmesi için Hükûmet yetkili kılınmıştı (Köse, 1267). Bu yetki kapsamında, düşman işgalinden kurtarılmış olan vilayetlerden eşkıya erbabından 706 şahsın Kanun'dan yararlandırılmasına karar verilmişti (Köse, 1267). Bu, devletin hukuki otoriteyi, affetme yetkisiyle birleştirerek yeniden tesis etme hamlesiydi. Söz konusu düzenlemeler, milli dayanışmayı ve birliği yeniden sağlamlaştırma amacını taşıyordu. Devletin şefkati, ancak hukuki otoritenin kabulü şartına bağlıydı. Uniter yapının gücünü artırmak için bu tür adımlar atılıyordu.

Ardından, 18 Ekim 1923 tarih ve 356 sayılı "İzale-i Şakavet Kanunu" çıkarılmıştı (Köse, 1267). Bu Kanun, o dönemde sosyal bir olgu haline gelen eşkıyalıkla mücadele etmeyi hedeflemiştir. Şevket Süreyya Aydemir'e göre, "Eski Türkiye’de dağda gezen asker kaçağı ve eşkıya, memleketin tıpkı memur gibi, jandarma gibi, eşraf gibi, yerleşmiş bir sosyal unsuru” olan “Şakiler(Haydut)”in kaçakçılık faaliyetlerinde dahi etkili olduğu anlaşılmaktadır (Aydemir, 1999: 354). Eşkıyalık, merkezi idarenin zayıfladığı savaş yıllarından miras kalan kronik bir güvenlik sorunuydu. Ülkenin hemen her yerinde eşkıyalık yaygın bir hal almış, yalnız dağlarda değil şehir girişlerinde dahi görünür olmuşlardı (Gözcü & Çakmak, 683). Bu durum, ulusal ekonomiyi ve asayişi doğrudan tehdit ediyordu. Bu kanunlar, milli birliğin korunması için zorunlu birer adım olarak görülüyordu. Kanunun İKİNCİ MADDEsi ile şaki; mal gaspı, öç alma, suikast, dâhili emniyeti ihlâl için hane, çiftlik, ağıl, köy, değirmen gibi mahaller basarak... silahlı olarak dolaşmak suretiyle emniyet ve asayişi münferiden veya toplu olarak tehdit ve işgal edenler şaki olarak tanımlanmıştı (Köse, 1267). Bu düzenlemeler, şartlı tecil mekanizmasının öncülünü oluşturmuştur. Bu mekanizma, basit bir af olmaktan ziyade, suçlunun devlete teslim olması ve uzun bir denetim süresini başarıyla tamamlaması şartına bağlı bir "geçiş" imkânı sunuyordu. Devletin bu pragmatik yaklaşımı, üniter yapıyı içeriden sağlamlaştırmayı amaçlamıştır. Eşkiya çeteleri efradından bir veya bir kaçı şakavetden nedametle rüfekasından biliftirak Hükümete teslimi nefs etmesi durumunda haklarındaki bilcümle takibatı kanuniye beş sene müddetle tecil edilmekte, bu sürede cinayet nevinden yeni bir cürüm irtikâp etmezlerse tecil affa münkalip olarak kendilerine tebliğ olunur hükmüyle şartlı af mekanizması işletiliyordu (Altıncı Madde). Bu tecil sistemi, devletin zorla elde edemediği asayişi, şartlı bir uzlaşmayla sağlamayı hedefleyen pragmatik bir adımdı. Bu kanunlar, Milli İrade'nin ülkenin tamamına yayılmasını sağlamıştır.

2. 1239 ve 1316 Sayılı Kanunların Tam Metni ve Hukuki Tahlili

Cumhuriyet'in ilk yıllarında ülkede emniyet ve asayişi ihlal eden birçok vaka yaşandı (Köse, 1260). Bu vakalardan en etkilileri Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarıydı. Ancak bu isyanlar haricinde, Raçkotan ve Raman tedip harekâtı, Mutki ayaklanması, Bicar tenkil harekâtı, Savur tenkil harekâtı ve Oramar ayaklanması gibi bazı mevzii nitelikli ayaklanmalar da mevcuttu (Köse, 1260). Bu ayaklanmalar, yeni rejimin ideolojisine ve otoritesine karşı çıkan geleneksel yapılar tarafından tetiklenmişti. Milli ve dini duyguları istismar eden bu hareketler, üniter devleti bölme amacı taşıyordu. Devlet, bu hareketlere karşı kararlı bir duruş sergilemek zorundaydı. Bu durum karşısında, devletin bozgunculara karşı fırsat vermeme yanlısı olduğunu göstermekle birlikte, devlet şefkatli yüzünü de bölge halkına göstermekten geri durmamıştı (Köse, 1269). Bu, devletin kurucu felsefesinin halkıyla barışık olma idealini yansıtıyordu. İşte 1239 ve 1316 sayılı Kanunlar, bu ikili yaklaşımın somut hukuki tezahürleri olarak ortaya çıktı. Uniter yapının sağlamlaştırılması için hem cezalandırma hem de topluma entegrasyon yolları aranmıştır.

Bu ortamda, 9 mayıs 1928 tarihinde 1239 numaralı "Şark mmtakasmda muayyen vilâyet ve ka-alarda ceraim takibatı ile cezalarının te-cili hakkında kanun" çıkarılmıştır. Kanunun ilanı 14 mayıs 1928 tarihinde 888 Sayı ile Resmî Gazete'de yapılmıştır.

A. 1239 Sayılı Kanun Hükümlerinin Analizi

1239 Sayılı Kanun (Resmî Gazete ile neşir ve ilânı: 14 mayıs 1928 - Sayı : 888) No. 1239

BİRİNCİ MADDE (Devlet Eylemlerinin Muafiyeti)

Kanunun BİRİNCİ MADDEsi, isyanın bastırılması eylemlerini hukuki takibattan istisna tutarak, devlet otoritesinin korunmasına yönelik radikal bir adım atmıştır:

Şeyh Sait vakası ve müteakip şekavet hadiseleri dolayısile bütün isyan mmtakasmda idarei örf iyenin ilgası tarihi olan 23 teşrinisani 1927 ye kadar askerî kuvvetler ve memurini'devlet taraflarından isyanın tenkili emrinde yapılmış olan bütün efal ve harekâ cürüm ve kabahat addolunmaz.

Bu madde, özel bir hukuki düzenleme ile askerî kuvvetler ve memurini'devlet tarafından isyanın bastırılması (tenkili) amacıyla yapılan bütün fiil ve hareketleri, geriye dönük olarak suç ve kabahat kapsamından çıkarmıştır. Bu hüküm, devletin meşru müdafaa hakkını istisnai bir yasayla koruma altına almasını sağlamıştır. Bu muafiyet, üniter devletin kendi bekası için aldığı hayati bir tedbirdi. Bu, devletin bekası için atılan istisnai bir siyasi-hukuki tedbirdir. Söz konusu muafiyet, ancak isyanın bastırılması emri çerçevesinde yapılan eylemleri kapsamaktadır. Bu düzenleme, milli güvenliğin önceliğini hukuken tescil ediyordu.

İKİNCİ MADDE (Tecilin Kapsamı)

İKİNCİ MADDE, tecil edilecek suçları ve coğrafi kapsamı belirlemiştir:

Şeyh Sait vakası ve müteakip şekavet hadiselerde doğrudan doğruya veya dolayısile methalclar bulunanlar ile bu hadiselerin vukuundan itibaren 23 teşrinisani 1927 ye kadar geçen müddet zarfında Diyarbekir, Elâziz, Van, Bitlis, Hakâri, Mardin, Urfa, Siirt, Bayazıt ve Malatya vilâyetleri ile Besni, Hınıs ve Kığı kazalarında efrat tarafından ika olunan cürüm ve kabahatlerle maznun veya mahkûm olanların haklarındaki takibatın icrası veya hükümlerin infazı tecil edilmiştir.

Bu madde, tecili iki ana gruba ayırmıştır:

1. Şeyh Sait vakası ve müteakip şekavet hadiselerinde doğrudan doğruya veya dolayısile methalclar bulunanlar. (İsyana katılan ya da karışanlar). Bu, temel olarak isyana destek veren, ancak elebaşı olmayan kişileri kapsamıştır. Burada hedeflenen kitle, asıl failler değil, kandırılmış halk kesimiydi.

2. Belirtilen coğrafi bölgelerde (Diyarbekir, Elâziz, Van, Bitlis, Hakâri, Mardin, Urfa, Siirt, Bayazıt ve Malatya vilâyetleri ile Besni, Hınıs ve Kığı kazalarında) isyan olayları başlangıcından 23 teşrinisani 1927 tarihine kadar efrat tarafından ika olunan cürüm ve kabahatlerle maznun veya mahkûm olanlar. (Bölgede isyanla

ilgili ya da genel suçları işleyen sıradan kişiler). Burada "efrat" vurgusu, Kanun'un hedefini münferit vatandaşlara yönelttiğini açıkça göstermektedir. Uniter devlete karşı örgütlü tehdit oluşturan çekirdek kadroya müsamaha gösterilmemiştir.

Bu hükümle, "hukuken kaçak olan, özel ve doğal olmayan hadiseler veya saiklerle doğru yoldan çıkmış ancak Cumhuriyet'e saygı gösteren ve memlekete faydalı olabilecek vatan evlatlarını bir müddet için takipten vareste bırakmak" amaçlanmıştır. Kanun, devlet otoritesini tanımayan unsurların yeniden topluma entegrasyonu için hukuki bir köprü kurmuştur. Bu adımın atılması, milli birliğin yeniden inşası için zorunluydu.

ÜÇÜNCÜ MADDE (Teslim Şartı)

ÜÇÜNCÜ MADDE, tecilden yararlanmanın temel şartını koymuştur:

Elyevm hali firarda bulunupta işbu kanunun neşri tarihinden itibaren üç ay zarfında dehalet etmiyen maznun ve mahkûmlar tecilden istifade edemezler.

Bu, tecilin otomatik olmadığını, devletin şefkatli yüzünden yararlanmak isteyen firarilerin üç ay zarfında dehalet etmesini zorunlu kıldığını göstermektedir. Bu üç aylık süre, kişilerin devlete bağlılıklarını kanıtlamaları için tanınan son fırsattı. Teslimiyet, milli otoritenin koşulsuz kabul edildiğinin bir beyanıydı. Hukuki sürecin tecili, devletin otoritesini yeniden sağlamlaştırmıştır.

DÖRDÜNCÜ MADDE (Şartlı Af ve Tekerrür Hükümleri)

DÖRDÜNCÜ MADDE, tecilin kesin affa dönüşme şartlarını ve tekrar suç işleme durumunda uygulanacak ağırlaştırılmış hükümleri düzenler:

İkinci madde mucibince tecil edilenler işbu kanunun neşri tarihinden ve üçüncü madde mucibince tecil olunanlar dehaletleri tarihinden itibaren yaptıkları cürüm ve kabahatin veya hükmün tabi olduğu müruru zamanın müddetinin yarısı içinde ayni neviden veya daha ağır cezayi müstelzim bir cürüm ve kabahat işledikleri takdirde haklarında Türk ceza kanununun memnu fiillerle cezaların içtimai ve tekerrür hakkındaki ahkâmı tatbik olunur. Şu kadar ki evvelce idama mahkûm olan şahıs ağır cezayı müstelzim bir fiil işler ise hükmü idam yirmi sene ağır hapis olarak infaz olunur. Yukarıki müddetler içinde diğer bir cürüm ve kabahat işlemiyenler evvelki cürüm ve kabahatleri işlememiş sayılır.

Bu, tecil süresi içinde suç işlemeyenlerin, önceki suçları işlememiş sayılması (af) anlamına gelmektedir. Bu hüküm, şartlı affın hukuki sonucudur ve toplumsal barışı hedeflemektedir. Ancak, tecil süresinde aynı veya daha ağır bir suç işlenirse, cezalar toplanır ve tekerrür hükümleri uygulanır. Özellikle daha önce idama mahkûm olanların idam cezasının yirmi sene ağır hapis olarak infaz edileceği hükmü, devletin şefkatli yüzünü gösterirken dahi hukukun ciddiyetini koruduğunu belirtir. İdamın bile ağır hapse çevrilmesi, Kanun'un nihai amacının toplu ıslah ve asayiş olduğunu teyit etmektedir. Devletin cezalandırma yetkisi, şartlı bir şekilde yeniden topluma kazandırma ilkesiyle birleştirilmiştir.

BEŞİNCİ ve ALTINCI MADDE

BEŞİNCİ MADDE: İşbu kanun neşri tarihinden meriyülicradır. ALTINCI MADDE: İşbu kammun icrasına Adliye ve Dahiliye vekiller memurdur.

B. 1316 Sayılı Kanun Hükmünün Tam Metni ve Analizi

KANUN NO:1316: Şark mıntıkasında muayyen vilayet ve kazalarda ceraim takibatı ile cezalarının tecili hakkındaki 1239 numaralı Kanuna müzeyyel Kanun Kabul Tarihi : 28/05/1928 Resmi Gazete Tarihi ve No : 30.05.1928 No: 902 Kanun Metni Kanunlar Dergisi Cilt: 6 TBMM 213 no'lu Komisyon Raporu

338 - Şark mmtakasında muayyen vilâyat ve kazalarda ceraim takibatı ile cezalarının tecili hakkındaki 1239 numaralı kanuna müzeyyel kanun (Resmî Gazete ile neşir ve ilânı: 30 mayıs 1928 - Sayı : 902) No. 1316

BİRİNCİ MADDE — 9 mayıs 1928 tarih ve 1239 numaralı kanunun ikinci maddesine fıkaratı atiye tezyil edilmiştir:

Diyarbekir, Elaziz, Van, Bitlis, Hakâri, Mardin, Urfa, Siirt, Bayazit ve Malatya vilâyctlerile Besni, Hiııis, Kiğı kazalarında işbu kanunun tarihi neşrine kadar efrat tarafından ika olunan cürüm ve kabahatlarla maznun veya hali firarda bulunan mahkûmin haklarındaki takibatın icrası veya hükümlerin infazı tecil edilmiştir.

Bu ek fıkra, 28 mayıs 1928 tarihinde kabul edilmiş olup, 9 mayıs 1928 tarih ve 1239 numaralı kanunun ikinci maddesine eklenmiştir. Bu Kanun, Kanunlar Dergisi Cilt: 6’da yer alarak hukuki kayıtlara geçmiştir. Bu düzenleme, tecil bitiş tarihini, 1239 sayılı Kanun'un öngördüğü 23 teşrinisani 1927 tarihinden, 1316 sayılı Kanun'un neşir tarihine kadar uzatmıştır. Bu, Kanun'un ilk çıkışından sonra dahi bölgede asayişin tam olarak sağlanamadığını ve devletin tecil kapsamını genişletme ihtiyacı duyduğunu göstermektedir. Bu genişletme, bölgedeki sosyal istikrarın ne kadar kırılgan olduğunun bir işaretiydi. Devletin sürekli müdahalesi, üniter yapının korunması için gösterilen azmi gösterir. Bu uzatma, Kanun'un hedeflediği huzur ortamının oluşması amacına ulaşmak için siyasi iradenin ek bir adım attığının kanıtıdır. TBMM 213 no'lu Komisyon Raporu'nun bu müzeyyel kanun sürecini detaylandırdığı varsayılabilir. Huzurun tesisi, Milli Uniter Devletin en temel önceliği olmuştur.

İKİNCİ MADDE — İşbu kanunun icrasına Adliye ve Dahiliye vekilleri memurdur. 28 mayıs 1928

Bu madde ile Kanun'un uygulanma sorumluluğu Adliye ve Dahiliye vekillerine tevdi edilmiştir. Uygulamanın iki ana bakanlık eliyle yürütülmesi, konunun hukuki olduğu kadar idari ve siyasi önemini de vurgulamaktadır. Merkeziyetçi idare, hukuki yaptırımların uygulanmasında en üst düzeyde sorumluluk almıştır.

3. Tarihi Emsal, Siyasi Kılıf ve Güncel Geçiş Hukuku Tartışması: Milli Değerlere Aykırılık Tartışması

1239 ve 1316 sayılı Kanunların bu detaylı hükümleri, günümüzde Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum ve Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan'ın dile getirdiği "Terörsüz Türkiye" sürecine hukuki bir çerçeve oluşturma çabalarının merkezine yerleşmiştir. Bu tarihi emsal arayışı, mevcut siyasi sorunun çözümüne yönelik hukuki zemin oluşturma çabasının bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Ancak bu arayış, sosyolojik, ahlaki ve milli hassasiyetleri göz ardı etmektedir. Bu teklifin, ülkenin ekonomik geleceği ve ulusal birliği üzerinde olumsuz etkiler yaratacağı açıktır.

A. Mehmet Uçum'un Geçiş Hukuku Teklifi ve Eleştirisi

Mehmet Uçum’un AA’da yayımlanan değerlendirme yazısında 1239 Sayılı Kanun’a dikkat çekmesinin ardından, güncel süreçteki siyasi iradenin niyeti netleşmiştir. Uçum'un vurgusu, bu kanunun güncel "Terörsüz Türkiye" süreci için bir hukuki esin kaynağı olduğu yönündedir:

Uçum, 1928 yılında TBMM’nin tek, özel ve geçici bir kanuni düzenlemeyi ihtiyaç olarak tespit edip bu kanunu çıkarmasının, bugünkü geçiş süreci hukuku açısından sürece özgü tek, özel ve geçici bir kanun yaklaşımına esin olacak özellikte olduğunu kaydetmişti.

PKK'lılara yönelik özel bir af düzenlemesi hazırlığında olduğunu, bunu "geçiş hukuku" adı altında, sürece özgü, tek ve geçici bir yasa formatında çıkarılacağını göstermektedir. Bu geçiş hukuku arayışı, 1928'deki münferit isyanlar ile 40 yıldır süren organize terör arasındaki nitelik farkını göz ardı etmekle kalmayıp, milli şehitlerimizin hatırasına ve dini vicdanına aykırı düşmektedir. Milli üniter devletin temellerini sarsacak bu tür bir adım, hukuki normlardan ziyade siyasi pazarlığa dayanmaktadır. Halkın çoğunluğu, bu teklifi ahlaki ve milli değerlere ters bulmaktadır. Ekonomik maliyeti yüksek olan bu süreç, toplumsal huzuru da sağlamayacaktır. Tarihi olarak elebaşlarının cezalandırılması geleneği de bu teklifle bozulmaktadır.

B. Ahmet Hakan'ın İddiası ve Atatürk Emsali

Geçen Pazar, Uçum'un açıklamasından sonra, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan, devletin çözüm süreci kapsamında Atatürk’ün 1928’de Şeyh Sait ayaklanmasına katılanlar için getirdiği özel düzenlemeye benzer bir adım atmak istediğini öne sürdü. Hakan, 18.11.2025 tarihli yazısında devletin bu konudaki genel yaklaşımını şöyle ifade etmiştir:

ŞEYH Sait isyanı sırasında... Atatürk “özel bir hukuki düzenleme” yapmıştı. Af değil ama af gibi bir şey. Bu düzenlemeyle... “Doğru yoldan çıkmış” ancak “Cumhuriyet’e saygı gösteren vatan evlatlarına” yönelik takibata son verilmişti. Bugün “Terörsüz Türkiye” bağlamında PKK için de benzer bir düzenleme yapılmak isteniyor. Devletin bu konudaki genel yaklaşımı şöyle: Atatürk, 1928 yılında dönemin koşulları gerektirdiği için Şeyh Sait ayaklanmasına katılanlar için özel bir düzenleme yapmaktan kaçınmadı. Bugün de benzer bir yaklaşım neden denenmesin? Bu durumla ilgili olarak... “PKK’lılara Şeyh Sait affı geliyor” diyenler var. Bunun yerine şöyle denmesi çok daha uygun olur: “Atatürk yapmıştı, şimdi de aynısı yapılmak isteniyor.”

Bu durum, iktidarın fiili bir özel af düzenlemesini Cumhuriyet'in kurucu iradesine atfen meşrulaştırmak istediğini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak, kurucu iradenin uygulaması, yeni ve organize terörle mücadele hukuku oluşmadan önceki, merkezi otoriteyi tesis etme amaçlı pragmatik bir adımdır; günümüzdeki durum ise farklı hukuki ve etik sorumluluklar gerektirmektedir. Atatürk'ün o dönemki hamlesi, üniter devleti güçlendirmeyi amaçlarken, şimdiki teklif üniter devleti zaafa uğratma riski taşımaktadır. Bu teklif, milli hafızada derin yaralar açacak niteliktedir. Ahlaki ve dini sorumluluklar, teröristlerin affedilmesini kabul etmemektedir. Sosyolojik olarak toplumda büyük bir infiale neden olabileceği öngörülmektedir.

4. Siyasi Kılıf ve Hukuki Çelişkiler: Af mı, Geçiş Hukuku mu? (Teröristlere Af Süreci Eleştirisi)

Çıkarılacak kanundan sadece PKK’lıların yararlanmasını sağlamak olsa da, "Hükümet PKK’ya özel af çıkardı!" algısından kaçınmak istenmektedir. Bu nedenle "geçiş hukuku", "terörsüz Türkiye’ye geçiş kanunu" gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bu terminoloji oyunu, toplumsal tepkileri azaltmayı hedefleyen bir siyasi manevradır. Ancak bu dil, milli dürüstlük ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Siyasi iktidar aslında PKK mensupları dışındakileri bırakmak istemiyor. Bu, "Af değil, geçiş hukuku; herkese açık ama aslında herkese açık olmayan" türden bir düzenleme arayışıdır. Hukuki ve siyasi çevrelerdeki değerlendirmeler, bu durumun özünü ortaya koymaktadır: "Zira siz adını ne koyarsanız koyun; yaptığınız filtrelemeler ve kısıtlamalarla kanunu sadece PKK’nın yararlanacağı şekilde çıkardığınızda ve bu kanunla sadece PKK’lılar serbest kalıyorsa bunun adı ‘PKK’ya Af Kanunu’ olur… “Geçiş hukuku” ise PKK’ya affın kılıfı olmaktan öteye gitmiyor." Bu kılıf, meşruiyet sağlamakta zorlanan bir eylemi hukuki bir zemine oturtma girişimidir ve sürecin, terör suçlarına karışmış kişilere yönelik bir af süreci olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Bu durum, hukuk devleti ve milli egemenlik ilkeleriyle ciddi çelişkiler içermektedir. Ahlaki olarak kabul edilemez bu durum, siyasi çıkarlara kurban edilmektedir. Ekonomik istikrarı da bozabilecek bir belirsizlik yaratmaktadır.

A. Elebaşı Farkı ve Hesap Verme Gerekliliği: Şeyh Sait - Öcalan Paradoksu

1239 sayılı Kanun ile güncel süreç arasındaki en temel ve toplumsal çelişki, isyanın elebaşının konumudur. Bu, aynı zamanda Komisyon'un önündeki en büyük duygusal engeldir.

Tarihi Durum: Prof. Dr. Ersan Şen'in vurguladığı gibi, "1928 yılında çıkarılan 1239 sayılı Kanun; isyanın elebaşı ve uzantıları ile dolaylı veya dolaysız masaya oturularak çıkarılmadı". Kanun, "bunların kandırdığı vatandaşlar ile halkın ve ulus devletin gönül birliğinin tekrar kurulması için çıkarılan geçici bir kanundu". Şeyh Sait yakalanmış ve idam edilmiştir. Elebaşının cezalandırılması, devletin otoritesini tartışmaya açmamıştır.

Bu, Milli Üniter Devletin sarsılmaz otoritesinin ilanıydı. Tarihi emsalde elebaşına af düşüncesi bile yoktur.

Mevcut Durum: Günümüzde süreç, "vatana ihanetten hükümlü" Abdullah Öcalan'ın siyasi rolüne dayanmaktadır. Uçum'un beklentileri arasında, TBMM Komisyonu'nun "dinleme faaliyetini tamamlamadan önce İmralı’da Abdullah Öcalan’ı dinlemesi konusunda karar vermesi" öne çıkmaktadır. "Diğerinde isyanın ele başını görüşme masasına çağırmak arasında yaratacağı toplumsal tepkiler açısından hayli fark olsa gerek." Bu durum, "infaz düzenlemesi" ile elebaşının süreçte belirleyici olması arasındaki "duygusal engeli" büyütmektedir. TBMM 213 no'lu Komisyon Raporu'nun bu ikilemi nasıl ele alacağı, gelecekteki siyasi tarihin kritik bir dönüm noktası olacaktır. Uniter devletin saygınlığı ve gücü, bu tür bir pazarlıkla lekelenmektedir. Öcalan'ın konumu, sürecin ahlaki ve milli değerlere aykırılığını perçinlemektedir.

40 YILLIK TERÖR VURGUSU: 1928'deki Şeyh Sait İsyanı, bir bölge ve döneme özgü, sınırlı bir asayiş sorunuyken, günümüzdeki terör örgütü, 40 yıldır kan akıtan, uluslararası bağlantılara sahip, on binlerce vatandaşın ölümünden sorumlu organize bir yapıdır. Bu iki olay arasındaki niteliksel ve niceliksel fark, uygulanacak hukuki çözümün de aynı olamayacağını mutlak kılmaktadır. Bu nedenle, terör olaylarına karışmış, masumların kanına girmiş, insanlığa karşı suç işlemiş herkesin, Anayasa ve Türk Ceza Kanunu çerçevesinde hukuki sorumluluğunu yerine getirmesi ve yargı önünde hesap vermesi gerekliliği, bir pazarlık konusu olamaz. Hukuk devleti ilkesi, suçun cezasız kalmasını reddetmekle yükümlüdür ve toplumsal vicdan ancak adaletle tesis edilebilir. Dolayısıyla, bu hukuki sorumluluktan kaçınmayı hedefleyen her türlü düzenleme, özünde teröristlere bir af sürecini işaret etmektedir. Bu af süreci, milli ahlak ve dini inançlarla çelişen bir durumu ifade etmektedir. Bu süreç, üniter devletin adalet tekelini zedelemektedir.

B. Sürecin İlerleme Perspektifi ve Riskler

Uçum, sürecin "esasa münhasır bir sapma olmadan ilerlediğini" ve "geçiş döneminin bu yeni aşaması, umutların daha da arttığı ve iyimserliğin daha da güçlendiği bir pratik üretecektir" yönündeki iyimserliğini dile getirmiştir. Uçum ayrıca, bu süreçte fikri ve fiili sabotajlara ilişkin teyakkuz halinde olmanın son derece önemli olduğunu vurgulamıştır. Zaman yönetiminde farklı etkenlerle ortaya çıkan bazı uzamaların, asla geçiş sürecinin ilerlemediği ya da başarıya ulaşamayacağı şeklinde yorumlanamayacağını; bunları istismar eden hasım çevrelerin ise deşifre edilmesi gerektiğini ifade etti. Bu iyimser tablo, hukuki adalet taleplerini gölgeleme potansiyeli taşımaktadır. Sosyolojik olarak bu iyimserlik, toplumdaki acıları hiçe saymaktadır. Milli hassasiyetler, bu "iyileşme" söylemiyle örtülmektedir.

Ancak, özel af düzenlemesi, gelecekteki FETÖ veya diğer terör örgütlerine karşı mücadelede tehlikeli bir emsal (precedent) oluşturarak, terörle mücadelenin caydırıcılığını zayıflatma riskini taşımaktadır. Bu risk, devletin teröre karşı mücadelesindeki kararlılığının altını oyabilir ve gelecekteki istisnai hukuk uygulamalarına kapı aralayabilir. Bu emsal, üniter devletin bekası için kabul edilemez bir tehdit oluşturur. Ahlaki ve dini normlar, bu tür bir cezasızlık kültürünü kesinlikle reddeder.

5. Sonuç ve Kapsamlı Değerlendirme

Türkiye Cumhuriyeti'nin "geçiş hukuku" geleneği, 183, 356 ve 1239 sayılı kanunlarla asayişi sağlama pratiklerini göstermiştir. Bu kanunlar, isyan ve eşkıyalık dönemlerinde devlete geçici çözümler sunmuş, ancak elebaşını dışarıda tutarak hukuki bedelsizlik algısının önüne geçmeye çalışmıştır. Bu süreçler, Milli Uniter Devletin otoritesini tartışmaya açmamıştır. 1239 numaralı Kanun ve onu tamamlayan 1316 numaralı Kanun, Şark mıntıkasında muayyen vilayet ve kazalarda ceraim takibatı ile cezalarının tecili hakkındaki istisnai bir düzenleme olarak, efrat tarafından ika olunan cürüm ve kabahatlarla maznun veya hali

firarda bulunan mahkûmin haklarındaki takibatın icrası veya hükümlerin infazı tecil edilmesini sağlamıştır.

"TBMM’nin hem tarihinden gelen yüksek birikimi hem de bugünkü güçlü kapasitesi, tüm yetkilerini tereddütsüz kullanarak geçiş sürecinde ihtiyaç duyulan her türlü işi ve görevi eksiksiz yerine getirmeye fazlasıyla yeter" olsa da, güncel süreçteki Öcalan'ın merkezi konumu ve 40 yıllık acıların hukuki karşılığı meselesi, tarihi emsallerden farklı ve daha karmaşık bir zorluk teşkil etmektedir. Elde edilmek istenen geçici barışın, hukuki adaleti sağlama ile pragmatik siyasi gereklilik arasındaki hassas dengeyi koruyamaması durumunda, toplumsal vicdan ve devletin güvenlik prensipleri açısından uzun vadeli maliyetler yaratma riski bulunmaktadır. Hukuki meşruiyet, hiçbir zaman siyasi faydaya feda edilmemelidir; zira hukukun üstünlüğü, bir devletin bekasının temel güvencesidir. Bu bağlamda, "geçiş hukuku" kılıfı altında teröristlere sunulacak herhangi bir af, hukuki meşruiyet ilkesini zedeleyecektir. Bu tür bir af, Milli Üniter Devletin ahlaki ve sosyolojik temellerine indirilmiş ağır bir darbe olacaktır. Tarihi ve dini değerler, suçluların cezasız kalmasına izin vermemektedir.

 

Kaynakça

Aydemir, Şevket Süreyya. Tek Adam. Cilt 2. Remzi Kitabevi, 1999.

Gözcü, A., ve F. Çakmak. “Cumhuriyet’in İlk Yillarinda Türkiye’nin Güney Sinirinda Gerçekleştirilen Kaçakçilik Faaliyetleri.” Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt 21, sayı 3, 2019, ss. 683-714.

Köse, Resul. “Cumhuriyet'in İlk On Yılında Doğu Vilayetlerinde Emniyet ve Asayişi Sağlama Faaliyetleri.” History Studies, cilt 12, sayı 3, Haziran 2020, ss. 1259-1292.

Türkiye Cumhuriyeti. Kanun No. 356. Resmi Ceride, 18 Teşrinievvel 1339 (18 Ekim 1923).

Türkiye Cumhuriyeti. Kanun No. 1239. Resmi Gazete, Sayı 888, 14 Mayıs 1928.

Türkiye Cumhuriyeti. Kanun NO:1316: Şark mıntıkasında muayyen vilayet ve kazalarda ceraim takibatı ile cezalarının tecili hakkındaki 1239 numaralı Kanuna müzeyyel Kanun. Kabul Tarihi: 28/05/1928. Resmi Gazete, Sayı 902, 30 Mayıs 1928. Kanunlar Dergisi Cilt: 6. TBMM 213 no'lu Komisyon Raporu.

Mehmet Uçum ve Ersan Şen'e ait güncel makale ve haber alıntıları, yayınlanma tarihleri 16-17 Kasım 2025

Ahmet Hakan'ın 18 Kasım 2025 tarihli yazısı

 

 

 

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar
Atlı spor Kulübü Yusuf Yener