ADALETİ KURTARMAK.
18 yıllık yargıçlık hayatımın bana ögrettiği bir şey var: O da bilinenin aksine Adaletin sadece hakimlerin gayretiyle düzeltilecek bir mevzuu olmadığı.
Adaleti düzeltecek olan yine siyasettir. Kültürel alt yapı ve toplumsal bilinç mevzunu bir yana bırakırsak denklemde siyasetin olmadığı hiç bir kurum ve düşüncenin gücü adaleti ihya etmeye yetmez.
Peki ama siyaset bunu nasıl başaracak?
İşte sorunun kilitlendiği yer burası. Çıkış noktası siyaset olmasa bile son hamlenin icra mercii burası. Bü ülkede halk ve siyasi aktörler, adalettteki sorunları işsizlikten ve ekonomiden daha öncelikli bir sorun olarak görmeye başladığında çözüme dair umutlarımızı tazeleyebiliriz.
Yargı ve adaletin sorunlarına ilk elden vakıf olanlar Kürsüde bu işin cefasını çekmiş ve sorunları hücrelerine kadar yaşamış ideal yargı mensuplarıdır . Mutfaktaki aşçıyı bertaraf ederek sadece garsonla yemeğin neden iyi pişmediğini anlayamaz ve daha güzel yemekler yapamazsınız.
Bu ülkede yapılan en büyük hata, geçmiş dönemde yapılan ve hakimleri siyasetten uzaklaştıran yasal düzenlemeler olmuştur.
Bugün bir hakimin milletvekili olma ihtimali yok denecek azdır. Zİra seçimlerde aday olup istifa eden hakim, seçimi kaybedince mesleğine geri dönemiyor. Bir kaymakam, bir vali , bir maliye bürokratı mesleğine dönerken hakim dönemiyor. Haliyle emekliliği hak etmeyen hiçbir hakim bu riski göze alamıyor.
Oysaki burada bir çelişki mevcut . Geçmişinde siyasete girmiş ve siyasette görev almış bir kişi partiden istifa ederek sonradan hakim olabilirken hakimliğe ara verip siyasete giren, mesleğe dönemiyor. Burada açık bir çelişkili var . Önemli olan hakimin siyasete girerek rengini ve düşüncesini ortaya koymak ise bu durumun diğerinden ne farkı var.
Bu sorunu çözmenin yolu bu değildir . İntiharları önlemenin yolu urganları yasaklamak olamaz. Yahut trafik kazalarını önlemenin yolu arabaların trafiğe çıkmasını yasaklamak değildır. Zira her külfet nimetiyle müsavi olmalıdır , yani siz hakimlerin siyaseten deşifre olmasını adalet için zararli görebilirsiniz bu bir siyasi tercihtir . Ancak bunu devletin bekasi için çok onemli olan bir başka soruna yol açarak yapamazsınız bu açığı başka bir yönden doldurmak zorundasınız. Yani hakimleri bir başka yönden siyasette aktif hale gelmesine yol açacaksınız.
Bu durumda benim önerim; birinci sınıf olmuş hakimlere siyasete girmeleri halinde emekli olma imkanı verilmesidir.. Yani mademki hakim siyasete girdiğinde mesleģe geri dönemiyor ve bu adalet için büyük bir boşluk oluşturuyor.. . Bu takdirde 1 sınıf olmuş veya 10 yılını doldurmuş hakimlere(eşitsizliği gidermek adına) siyasete girme sarti aranmaksizin emekli olma imkanı getirilmelidir ki siyasetin önü tıkanmış olmasın.. Yahut dönmek isteyen hakimleri mahkemelerden başka birimlerde görevlendirme imkanı verilmelidir.
Hakimler siyasete giremeyince mecliste adalete dair sorunlar hakkıyla gündeme gelemiyor ve sorunlarının kaynağına inilemiyor. Kaynağa inilemeyince çareler yetersiz kalıyor.
Nitekim 3 yıl Önce yapılan ve yanlışlığını defaatle dile getiridiğimiz " cezası 2 yılın altındaki suçlarda tutuklama yasağı" nı öngören düzenlemenin ilk mağduru adalet bakanı olmuştu. Tüm uyarılarımıza rağmen sorun çözülmeyince devlet itibarı zarar görmüştü. Nitekim sorun hala çözülmüş değil. Kaldı ki hakimlerin siyasete girmesi sadece adalette değil adaletin dışında pek çok konuda ufuk açıcı katkılar sağlayacaktır.
Peki adaletimiz ne durumda?
Adaletin bulunduğu seviyeyi gösteren en büyük kriter, İnsanların adalete olan güven duygusudur. Son yıllarda adalete güven konusunda yapılmış net bir araştırma olmadığından son durumu bilmiyoruz. Lakin lerde seyreden bir güvenin hiç kimseyi tatmin etmeyeceği muhakkak..
Bazılarının bahsettiği gibi insanların mahkemeye müracaat etmesi adalete 0 güvendikleri anlamına gelmiyor.
Ya tutursa mantığı ile bir ihtimal olarak insanlar bu yolu denemek zorunda kalıyorlar. Aksine alternatif bir metodun olması halinde durumun net olarak degişeceğini düşünüyorum.
Adalet demek özgürlük demek. Adaletteki sarsıntı özgürlüğün sarsıntısıdır. Bazı nimetler var ki onları kaybettiğimizde değerini anlarız .Sağlıklı nefes alan bir insan ne temiz havanın ne de sağlam olarak çalışan akciğerin kıymetini bilir. Bunu ancak nefes almakta zorlanan bir astım hastasını gördüğünde farkına varır. Bu nedenle özgüklükler de ancak yok olduğunda anlaşılır.
Adaletin ideal bir noktaya gelmesi için ya tepeden bir müdahale yahut tabandan yani halktan gelen şiddetli bir talebin olması şarttır.. ..
Bir ara yol daha var. Talebin arzı zorlaması bir başka ifade ile aydınlanma ve aydınlatma Önce adalete inanmış bir grup gönüllü insan eksiklerini tamamlayarak ve ideal manada kendini yetiştirerek halka inmeli ufuk açıcı bilinçlendirme kampanyasına başlamalı. Halkta var olmayan adalet kavramını halkın bilinç altına sokmalıdır.. Çünkü insanlar bu ülkede ne yazık ki adaletin ne olduğunu bilmiyorlar .Adaletin mahiyetinden haberdar değiller. Adaletin yokluğunda neler olabileceğini tahayyül bile edemiyorlar.
Bilmiş olsalar partilerden iş ve ihale yerine öncelikle adalet isterler.
İnsanlar şu anda adaletsizliğin gediklerinden ve karadeliklerinden istifade ettiklerinden bu durumun çok kârlı bir iş olduğunu sanıyorlar..
Adaletin gediklerinin bir bölümünden istifade edenler bir başka yerde veya bir başka zamanda bu tablonun hışmına uğrayıp ağır bedeller ödedikleri halde bunu göremiyorlar. Çünkü beyinler hala ters çalışıyor. Zira her zaman ve her yerde bu imtiyazları ayakta tutmak eşyanın doğasına aykırı.
Bir örnek vermek gerekirse
Zengin bir iş adamı ülkede adalet ve denetim olmadığı için sürekli alkollü araç kullansa ve yakalandığında rüşvetle kurtulsa bunu kârlı bir iş zanneder, ama bir gün başka bir alkollü insan bu iş adamının oğluna çarpıp öldürdüğünde ....Nerde bu adalet diye isyan eder.
Hali pür melalilimiz maalesef bu...
Necati Daştan






















































