Reklamı Geç
Mehmet Akçay Petrol
Güneş Güzellik
Güneş Güzellik
Hatay
BIST10.837
DOLAR42.0751
EURO48.7444
ALTIN5410.7
BTC/USD109886.27
Zülfiyar

Zülfiyar

Mail: [email protected]

Mutlak güç, adaletsizlik mi getirir?

 

Mutlak güç, adaletsizlik mi getirir?

 

Süleyman Yılmaz 1

Stefan Zweig’e göre, “Gerçek güçlülük, kendi gücünün sınırlarını iyi bilmektir.” Fizik kuralları açısından güç, enerjiyle aynı tabanlıdır ve sınırları yoktur. O nedenle Zweig, “Mutlak güç, adaletsizliktir” der. Yani sınırlarını çizemezseniz, kendinize ve etrafınıza zarar verebilme ihtimaliniz yüksektir. Gücü olup da kendini kontrol edebilen, isimlerin sayısı neredeyse bir elin parmakları kadardır. Tarihte de böyledir. Çin hükümdarı, Qin Shi Huang, Wu Zetian, İtalya imparatoru Gaius Julius Caesar Augustus Germanicus (Calıgula), Moğol hükümdarı Cengiz Han, İspanya kralı Tomas de Torquemada, Eflak Beyi Kont Drakula (Kazıklı Voyvoda), Rus hükümdarı Çar Ivan (Korkunç Ivan), İngiltere kraliçesi I. Mary (Kanlı Mary), Slovakya kontesi Elizabeth Báthory (Kanlı Kontes), Fransa kralı Maximilien Robespierre, Belçika kralı II Leopold, İtalyan İmparatoru Benito Mussolini, Alman İmparatoru Adolf Hitler, Uganda hükümdarı İdi Amin, Şili hükümdarı Augusto Pinochet döneminin en zalim isimleridir.

Yakın tarihte ise, özellikle Ortadoğu kökenli Saddam Hüseyin, Kaddafi, Hafız Esad, Hüsnü Mübarek henüz hafızamızda yer alan taze isimlerdir. O halde yerli yerinde kullanılmayan gücün ne anlamı var? Güçsüz bir hükümdarlık bir işe yarar mı? Adalet dağıtabilir mi? Pascal bunu adalet üzerinden şöyle yorumlar; “Güce dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan güç ise zalimdir” der. Gücün adaletle dengesini nazara veriyor. İslam literatüründe, din ve siyaset ilişkisinin kesiştiği içtimai hayatta adalet kavramı yine ön plana çıkıyor. Hz. Ali, “Devletin dini, adalettir” diyerek, ince bir noktaya dikkat çeker. Bir devlet farklı unsurdan, dini tercihleri farklı vatandaşlardan oluşabilir. Vatandaşlar arasındaki mutlak ahenk için devletin illa bir dinin temsilcisi rolüne bürünmesini gerektirmeyen bu öngörü İslam devletlerini rahatlatan bir projeksiyon olmalıdır. Gelelim işin nirengi noktasına! İslam’ın eşsiz öğretilerinde, adalet, hakkaniyet kavramına sıklıkla atıfta bulunulurken, bu husus içtimai hayata neden yansımaz. 632 yılının Veda Hutbesi, 1215 Kılının Magna Carta İlkeleri, 1948’in Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, 1993 yılının Kopenhag Kriterleri özünde insanı özne, huzur, güven ve mutluluğunu esas alır. Dikkat edilirse, İslam hukuk anlayışı bunların en başındadır, yani kadim bir geleneğe sahiptir. Ama daha sonraki sosyal hayata yansımalarda bunu hakkıyla uygulamak neden nakıs kalır? Bu Osmanlı’da da böyledir. Cumhuriyetle birlikte gücü elde tutan bir damar hala hukuki işleyişi bir yerlerinden tırtıklamayı maharet sanır.

Bu iddiaları biraz açmamız lazım. Sancılı ihtilaller, hukukun hükümlerinin askıya alındığı, olağanüstü hal kavramıyla işleyiş keyfiyeti getirilen dönemlerdir. Demokrasi tarihimizde İhtilalle Anayasa hükümleri önce askıya alınır, sonra değiştirilir. Başbakanlar ve bakanlar bile asılabilir. Burada ihtilal sahiplerini buna iten saik nedir? Elbette iktidarlarını güçlendirmek, ihtilal gerekçelerini meşrulaştırmaktır. Kurulan cunta mahkemeleri, yaşı büyütür asar, bir sizden bir bizden der asar, düşüncenizi, eleştirinizi beğenmez asar, vesaire. İnsani veya İslami anlamda bu menfi güç kullanımın yeri var mıdır? Hayır! İslam’da bir cana kıymak, insanlığın canına kıymak gibi değerlendirilir. İnsani, hümanist duyguların merkezinde de insan kavramı vardır. O halde, gücün zorbalığa dönüşümünü neye yormalıyız?

Gücünü sağlamlaştırmaya verile bilinir mi? Evet! Kazanımların kaybedilme korkusuna verile bilinir mi? Evet! Yapılan gayrı meşruluğa kılıf uyarlamaya verilir mi? Evet! Bu sorular ve evetler çoğaltılabilir. Getirilen Anayasa’ya hayır dersiniz, tazyike maruz kalırsınız. Anayasa’yı eleştiren gazete 470 gün keyfilikle susturulmaya maruz kalır. Sesi yükselen isimler mahkûmiyetle gözdağına maruz kalır. Demek ki, güç asayiş, ulusal güvenlik ve adaleti sağlamak için kullanılıyorsa, bunda bir beis yoktur. Ama güç belli bir şahsa merkezlenip, hukuksuzlaşırsa, artık güç, güç olmaktan çıkar.

Her dönemin kendine has icraatları, usulleri vardır. Usul takip edilen yoldur ve esastan (kanunlardan) önce gelmeme, keyfiliğe açık olmamalıdır. İcracı üzerinden devletin adaletine güveni sarsabilir. Biraz da yakın tarihimize bakalım. 28 Şubat 1997, ulusal kimliğin post modern darbe ile kendi hegemonyasını dikta ettiği bir süreçtir. İçeriğini, keyfi uygulamaları olgunluk dönemindeki herkes biliyor. Bu dönemin mağduriyet oluşturan uygulamaları yeni yönetimlere ölçü olmalı, kabul görmeyen hataları tekrarlanmamalıdır. 28 Şubat gerekçe edilerek, hesaplaşma kültürünü esas alan yeni dönem, diğer mahallede mağduriyetlere ve enkaza sebep olmamalıdır. Düşüncenin ifadesi, temel hak ve hürriyetler 28 Şubatta ne kadar önemli ve değerliyse, sonrasındaki süreçlerde de o kadar önemli ve değerli olmalıdır. Oldu mu? Hayır, olmadı diyemeyiz. Devlet içinde güçlenen akımlar hükümet üzerinden tüm hiyerarşik yapıya ayar vermeye çalıştı. Özünde 28 Şubattan öcünü aldı ama yeni mağduriyetleri beraberinde getirdi. Bu bürokrasi, askeri, emniyet ve adli işleyişte bir güç zehirlenmesiydi. 15 Temmuz gecesi meşum bir kalkışımla kangren olmuş bu güç zehirlenmesi, kara bir leke olarak tarihin dehlizinde yerini aldı. Kâinat boşluk kabul etmez. Bu diskalifiye edilen zehirlenmiş gücün yeri boş kalır mı? Geleneksel kültürümüzün mevcut örneklerine göre, hayır! Şu söylenebildi mi? Yahu önceki dönemlerde bakın bize şöyle zulmedildi, böyle ötekileştirildik, tonlarca aşağılanıp, insan yerine konulmadık, gelin bize bunu reva gören zihniyete bir insanlık dersi verelim, temsil ettiğimiz misyonun, sahip olduğumuz İslami değerlerin yüceliğini onlara gösterelim, denildi mi? Hayır! Oysa İslam; selamet, emniyet, hoşgörü, tevazu, barış, güzel ahlak, samimiyet, akılcı bir dindir. Bize şunlar şunlar yapıldı, biz bir karış ötesine gitmezsek namerdiz, öcümüzü almazsak kanımız kurusun, şeklinde bir tahrik edici unsur yaşatıldı. Kinlenme, öfkelenme, düşmanlık besleme gibi kötü hasletler İslam’ın özünde var mıdır? Ben görmedim! Peki, bundan sonra bilenmiş gruplar bu dönemin mağduriyetlerinin öcünü almaya kalkarsa ne olur? Yani kısır döngü, kısır hesaplaşma kültürü kronik hale gelmez mi? İslam’da “Essebebü kel fail” düsturu vardır. Yani sebep olan yapan kadar mesuldür anlamında. Bu zincir bir yerde kırılıp, sonlanmalı. Siyaset intikam malzemesi, güç birikimi adaletsizlik semeresi olmamalıdır. Kuran’da “Herhangi bir kavme (partiye, meşrebe, tarikata veya kişiye) olan kininiz (kırgınlık ve kızgınlığınız) sakın sizi adaletsizliğe sürüklemesin! “ (Maide 8) demiyor mu? Biz kim oluyoruz ki, intikam duygumuz ile sahip olduğumuz tüm değerlerimizi alaşağı yapıyoruz? İslam’ın tüzel kimliğine ne hakla zarar vermeyi bir vazife biliyoruz? Ahiret gününe, hesap gününe inanan bizler nasıl hükümleri çiğneyebiliriz? İslam büyükleri sureti haktan görülerek yapılan hatalar İslam’a mal edilebileceği ihtarını yapar ve “Bu zamanda en büyük musibetin, dine gelen, dinin tahfif ve tahrif edildiği musibetler” olduğunu zikrederler. Bu düşüncelerden maalesef eğitim sistemimiz de nasibini aldı. Çocuklarımıza kin, öfke ve düşmanlığın aşılanması makul olabilir mi? Oysa eğitim felsefesi, iyi olma kavramı üzerinden, iyilik yapmayı, iyi düşünce taşımayı, topluma fayda yönünde farkındalık sağlamayı esas almıştır. Yaşanılan her süreç bizim için bir ibret bir ders unsuru olmalıydı. 6 Şubat 2023 günü 11 ilimizde gerçekleşen büyük afette canımız çok yanmışken, acımız büyükken, kenetlenmek yerine ötekileştirmek iyi bir tercih

olabilir mi? Siyasetin öne çıkan tüm unsurları, teşkilatlarıyla birlik beraberlik içinde olup, depremin derin yaralarını sarmak yerine maalesef kısır polemiklerle, kirli oyunlarla siyaseten prim yapmanın, seçimde alacağı oy uğruna gerçekleri manipüle etmenin yolu tercih ediliyor. Bu dil, bu üslup, bu tarz toplumsal barışa, uzlaşıya elbette katkı sağlamaz. Bölüştürülmüş, ayrıştırılmış, ötekileştirilmiş topluluklardan fayda, birliktelik değil, kin, öfke ve nefret söylemleri yükselebilir. Sorumluluk sahipleri biraz daha toplumsal hassasiyetleri gözetmelidir.

İflah olmaz ve onmaz kutuplaşmalar, hepimizi enkazın altında bırakır.

 

Diva Otel

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar
Atlı spor Kulübü Yusuf Yener