Reklamı Geç
Kozsan Gıda Mustafa Sancak
Diyor Pastanesi Umut Vural
Güneş Güzellik
Hatay
BIST10.837
DOLAR42.0751
EURO48.7444
ALTIN5410.7
BTC/USD109886.27
Nizamettin DURAN

Nizamettin DURAN

Mail: [email protected]

Dili, Kardeş Kanına Bulamak!

Dili, Kardeş Kanına Bulamak!

 

İslam'a olan düşmanlığın mazisi yeni değildir. Bu düşmanlık, onun zuhur ettiği ilk günden itibaren başlamıştır, dense yeridir. Tarihi gerçekler de böyle olduğunu desteklemektedir. Dikkat edilirse, düşmanlığı yapanların, bunu dolaylı yoldan; Müslümanlar üzerinden sinsice ve haince yapmakta oldukları görülür. Müslümanlara karşı besledikleri bitmek, tükenmek bilmeyen kin ve nefret duygularının altında yatan ana etken, hiç şüphesiz onların İslam dinine mensup oluşlarından kaynaklanmaktadır. Bu dine ve onun mensuplarına olan tahammülsüzlük hali, düşmanlarını şizofrenik bir vakaya dönüştürmüştür. Onların her fırsat ve şartta kötülük düşünmeleri bunun sonucudur. Bu sebepten dolayıdır ki, kumpaslar kurmak, hile ve desiseler üretmek ve fitne çıkarmak için planlar yapmak, adeta onların mizaçları olmuştur. Fırsatı yakalamaya görsünler hemen ilk anda bunu fitne ve fücura çevirmeye kalkışırlar. Bunun için yalan dolan gerekiyorsa bundan da çekinmezler… Tarih boyunca her devir ve dönemde bu böyle olagelmiştir. Bunu yapmaktan da asla vaz geçmemişlerdir. Bu amaçları uğrunda içlerinde gizledikleri ğayzları artarak devam etmiştir; belki çağa, zamana ve şartlara göre şekil değiştirmiştir denilebilir; ama hiç bitmemiştir.

Hz. Peygamberin tavsif ettiği ‘feraset’e bürünmedikçe, oyun üstüne oyun kurmalar hep devam edeceğe benzemektedir. Salt iyi niyet ve halisane duygunun, telafisi mümkün olmayan faciaların, acıların ve yıkımların önüne geçmeyeceği de bilinmelidir.

İslam tarihinde, ‘Cemel Vakası’ diye bilinen bir olay vardır. Bu konu açılınca hakkında ahkâm kesmeyen kimse yok gibidir. Bununla ilgili olarak neredeyse herkes, imtina etmeden bir şeyler söyler; ama doğru ama yanlış! Duydukları veya okudukları kadar… Ümmeti ilgilendiren bu kadar önemli bir konuda, bir ‘değer kapma’ uğruna aidiyet izhar etme yarışı baş gösterir, akıbetini ve dünya-ahiret sorumluluğunu düşünmeden!.. Tarafgirlik fanatikliğe dönüşüp de ruhları sarınca, akıl ve muhakeme zayi olur, hisler galebe çalar ve hakikatin kaybolmasıyla beraber adil bakışın tecellisi imkânsız hale gelir. Böyle bir ortamda kendisine Hz. Ali tarafında yer edinenler, bunun hakkını verme (!) kaygısıyla, onu savunmak üzere konuşur da konuşurlar... Hz. Aişe taraftarları da geri kalmaz onlardan. Onlar da üzerlerine düşeni yapmanın gayretine düşerler. Ancak Hz. Zübeyr gibi, Hz. Talha gibi değerlerin Hz. Aişe'nin yanında oluşları unutulur. Unutulan veya göz ardı edilen sadece bu mu? Anlatılmayan ve gündeme taşınmayan çok önemli bir husus vardır ki keşke unutulmasaydı; her iki tarafa hatırlatılabilseydi, emin olun ki, her iki tarafta bulunan bütün Müslümanların kanını donduracak, aklını başına getirecek ve belki on bin Müslümanın ölümüne sebep olan bu meş’um hadise gerçekleşmeyecekti. O da şudur ki, gerek Hz. Ali ve gerekse Hz. Aişe'nin sulh taraftarı olmaları ve asla savaşı istemedikleridir. Bütün girişimler ve görüşmeler böyle tecelli etmişti. Böyle olduğunu herkes biliyordu. Peki, her iki ordunun askerinin gönülleri bu yöne asude iken ne oldu da savaş oldu ve her iki taraftan o kadar Müslüman can verdi?

İbni Hazm’ın ifadesine göre Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr’in hareketlerinin sebebi, Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmaları için Hz. Ali’ye yardım etmek istemeleridir. Fitne ve fücur ortamında, Hz. Ali’nin Medine’de asilere hâkim olamayışı sebebiyle kısas tahakkuk etmemekteydi. Hz. Aişe ve arkadaşlarının hareketi tamamıyla Hz. Ali’ye yardıma yönelikti. Yoksa halifelik gibi bir düşünceleri asla yoktu. Olsaydı, daha önce kendilerine teklif edilen halifeliği kabul ederlerdi. Bu sebepledir ki, bu yöndeki düşüncelerin ve yorumların, ancak ve ancak fitneye hizmet babından bir algı operasyonu olduğu söylenebilir. Müslüman iki tarafın barış için bir araya geldiklerini ve sulhun gerçekleşme yoluna girdiğini gören ve bu halden dolayı telaşa kapılan Yahudi dönmesi ve münafık Abdullah bin Sebe ve avenesi, bu durumun kendileri için tehlike arz ettiğini düşündüklerinden, önceden düşünüp kararlaştırdıkları planlarını uygulamaya soktular. Her biri, karşılarındaki birliklere ani baskınlarla saldırdılar. Hz. Ali taraftarları, Hz. Aişe’nin, Hz. Aişe taraftarları da Hz. Ali’nin sulhu bozduğunu ve savaştan vaz

geçmediğini sanarak birbirlerine girdiler. Bu fitnenin sonucunda, amansız bir çarpışmayla ibretlik tarihi hadise böylece vuku bulmuş oldu.

Hiç kimse, Hz. Ali ile Hz. Aişe'nin savaş sonrası birbirine karşı tezahür eden muamelelerini ve sözlerini yok sayarak, bu tarihi vakıa ile ilgili olarak ileri geri konuşmaya ve onlar adına ahkâm kesmeye kalkışmasın! Unutulmamalı ki böyle bir davranışa teşebbüsün karşılığı, en az o savaşa sebebiyet verenlerin cürmü kadar büyük olur.

Hz Aişe'nin düşmanı olarak gösterilmeye çalışılan Hz. Ali'ye bakın ve sorumluluk bilincinin ve hassasiyetinin büyüklüğünü takdir edin!

Riyakâr ve ikiyüzlülerin yani münafıkların hedefi, o gün o vartada müminlerin annesine ulaşmak ve ona kötülük yapmaktı. Peygamber eşinin şahsiyetine ve canına kast ederek, tasallutu düşünen karanlık adamlara engel olmak ve onu korumak için Hz. Ali, Müslümanlara emir verdi. Bu arada savaş kızışmış, devenin etrafında kanlı çarpışmalar olmaktaydı. Hz. Ali’de emri alan Müslümanlar, bunun gereğini yapmak ve müminlerin annesini korumak üzere cansiperane ona doğru atıldılar. Devenin yularına uzanan eller kesildi. Nihayetinde Hz. Aişe’nin üzerinde bulunduğu deveyi yere yıkmak ve onu, Tahtırevanına saplanan oklardan korumak için ivedi hareket etmeleri gerekiyordu, bu sebeple deveyi bir an önce çökertmek için ancak, devenin bacaklarını kesmek mecburiyetinde kaldıkları ve böylece onu yıkmayı başarabildikleri rivayet edilmektedir. Bu arada Hz. Aişe'nin taraftarları, ümitsiz bir şekilde gerilemeye başlamışlardı. Hz. Ali, Hz. Aişe'nin güven içinde yaralıların arasından çıkarılmasını ve sağlığı ile ilgilenilmesini emretmişti. Sonra yanına geldiğinde, aralarında şu konuşmalar vuku bulmuştu:

- Nasılsın validem?

- İyiyim.

- Cenab-ı Hak seni mağfiretine nail etsin.

- Seni de.

Her ikisi de böyle bir olayı görmektense 20 (yirmi) sene evvel ölmüş olmayı tercih ettiklerini dile getirmişler. Hz. Ali, her iki taraftan bütün maktullerin cenaze namazını kılmıştır.

Vakıadan sonra Hz. Aişe, Basra'ya gitmiştir. Üç gün sonra da Hz. Ali oraya giderek onu ziyaret etmiştir. Bu arada Hz Aişe’yi günahkâr sayarak tövbe etmesini isteyen bir kaç kişiye şahit olmuş ve onları derhal cezaya çarptırmıştı.

Müslüman iki taife arasında böylesine elim bir hadisenin gerçekleştiği bir vakıadır. Ancak bunun sonucunda, bu hadiseyi bütün acılarıyla yaşayan Müslümanlar, bunu vesile ve bahane ittihaz ederek, birbirlerini mi suçladılar? Hayır! İyilikten başka bir şey söylemediler. Hz. Ali’nin sözüne dikkat edin:

“Bu ölüler içinde kalbi hak uğrunda samimi olanların Allah tarafından cennete gönderilmelerini ümit ediyorum”

Hz. Aişe, Basra’dan Medine'ye yolcu yapılırken, Hz. Ali ve bütün Müslümanlar hazır bulunmuşlardı. Vedalaşma esnasında Hz. Aişe’nin onlara hitabı, bugüne kadar dedikodu ve fitne üzerine kurulu sözde malumatın ne denli fitneye yönelik olduğunun da bir delili olarak kabul edilebilir:

“Evlatlarım, birbirinizi kınamayın. Yemin ederim ki, eskiden Ali ile aramda bir kadın ile kayınbiraderleri arasında doğan şeylerden başka bir şey yoktu.” ifadesini Hz. Ali bütün samimiyeti ve güvenirliliğiyle te’yid etmiştir, buna karşılık o da şunu söylemiştir:

“Yemin ederim ki doğru söyledin, kendisiyle aramızda başka bir şey yoktu. Hz. Aişe dünyada da Ahirette de Peygamberimizin zevcesidir.”

Tarih boyunca bütün Müslümanların ciğerini dağlayan bu menfur, bu elim vukuat, yok sayılabilir mi? Bu mümkün olmadığına göre, o halde yapılacak şey nedir? Art niyetli kimselerin yaptığı gibi ayrımcılığa çanak tutmak için hadiseyi maksatlı bir şekilde kaşımak ve bu olayın gerçekleşmesindeki temel nedenleri örtmek veya en azından görmezlikten gelmek değildir, herhalde! Böyle davranmak, bir iyi niyetin eseri ve sonucu olmadığı açıktır.

Cemel Vakası, Sıffin Savaşı hakkında görüşlerini soran Haccac-ı Zalim’e, Said bin Cübeyr’in verdiği tarihi ve destansı cevabı nasıl unuturuz?

“Bu Allah'ın elimizi bulaşmaktan koruduğu bir kandır. Bize düşen de dilimizi ona bulaştırmamaktır.”

Bugün dünyada ve ülkemizde yaşananlar üzerinde oynanan oyunların arka planını görmek yerine dilini kardeşinin kanına bulaştırmaya çalışanların, tarihte yaşananlardan hiç ders almadıkları ne kadar da belli, yahut da görevlerini yerine getirdikleri(!)

KAYNAKÇA

Berki, Ali Himmet; Osman Keskioğlu, Hatemü’l-Enbiya Hazreti Muhammed ve Hayatı, 7. bs., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1978

Doğrul, Ömer Rıza, Büyük İslam Tarihi, Asr-ı Saadet, 5. cilt, Günümüz Türkçesine Uygulayan, Osman Zeki Mollamehmedoğlu, İstanbul: Eskişehir Kütüphanesi, 1975

Fergan, Eşref Edip, Hz. Ali

Hocaoğlu, Mehmet, Allah’ın Aslanı İlim Şehrinin Kapısı Hz. Ali, İstanbul: Sönmez Neşriyat A.Ş. Yayınları, 1971

Karadavi, Yusuf, Âlim ve Tağut, çev. Ahmet Pakalın, İstanbul: İslamoğlu Yayınları, 1988

Kandahlevi, M. Yusuf, Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, 3. bs., 3. cilt, Çev. Ahmet M. Büyükçınar, A. Ömer Tekin, Yaşar Erol, İstanbul: Kalem Yayınevi, 1979

Konrapa, M. Zekai, Peygamberimizin Hayatı-I, 9. bs., İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1983

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar
Diva Otel