Korkaklığın Zilleti: Alın Aklığının Feda Edilişi
Dr. Muhammet Kemaloğlu
Gazi Binbaşı
"Hayat bir kez yaşanır," Bu, ne bir teselli, ne de bir laf-ı güzafdır. Bu, mukaddes bir emanetin, o tekil ve eşsiz ömür sermayesinin, nihayetinde alın aklığı ile mühürlenmesi için verilmesi gereken tarihi mücadelenin yegâne dayanağıdır. Bu fani dünya, imtihan-ı ilahinin çetin bir arenasıdır; ne gönül rahatlığı ne de huzur-u kalb, nedametlerin kelepçesiyle zincirlenmiş bir hayatın tortusunda neşvünema bulur.
İnsanoğlu, hatadan münezzeh değildir. Beşeriz, şaşarız. Nefs-i emmarenin kışkırtmasıyla yanlış yapar, kusur işler, hatta belki de suçun o kesif gölgesine düşebiliriz. Lakin, düşüp kalkmak başka, bilinçli bir riyakârlıkla boyun eğmek bambaşka bir vebaldir. Asıl zillet, yanlışı görüp susma orucu tutmak, hakkı haykırması gereken yerde dilsiz şeytan kesilmektir.
Hele ki mevzu bahis olan; vatanın o mukaddesatı, milletin o ulvi bekası, dinin o mübarek şuuru, devletin o çelikten nizamı, ailenin o sarsılmaz direği, hürriyetin o paha biçilmez nefesi, gelecek nesillerin o masum emaneti ve ortak yaşamın meşruiyeti ise... İşte o zaman, suskunluk sadece bir gaflet değil, bir ihanet-i vataniye, bir cinayet-i maneviyedir.
Oysa, nice fani heves uğruna dökülen diller, hakkın sesi olması gerektiği yerde lâl kesiliyor. İşin kaybolma korkusu, makamın o yaldızlı cazibesi, mevkinin o fani ihtişamı, itibarın o camdan kırılganlığı, paranın o kirli gücü, egonun o şişkin gururu, vurdumduymazlık denen o vicdan karası tembellik... Bütün bu dünyalık sefahat, insanı amirine, müdürüne, üst makamlara ve hatta iktidarın o çelik pençesine karşı pısmış bir kediye çevirir.
Bu rükû hâlinin arkasında, korkaklık zırhına bürünmüş bir dizi zavallı mazeret yatar:
Kanunsuz Emirlerin Maşası Olmak:
Amirin, müdürün, üst makamların yahut iktidarın dudaklarından dökülen kanunsuz emirler, korkağın elinde bir maşa olur. Vicdanının sesi yerine, makamı ve mevkiyi kaybetme vehmine biat eden, meşruiyet çizgisini ihanet çukuruna indiren bu cibiliyetsiz sükûnet, bir hukuk katliamıdır.
Çıkar ve Menfaat Perestlik Cürmü:
İşi kaybetmeme, parayı çoğaltma, itibarı sürdürme gibi fani sefahat uğruna, çıkar ummanın ve menfaat beklemenin o kirli ellerine tutunmak, ruhunu bir haramzadeye kiralamaktır. Bu, yalnızca bir ticaret-i fâside değil, kul hakkını çiğneyen, uhrevi hesabı ağır bir vebaldir.
Acziyetin Hezeyanı:
"Ben Tek Başıma Ne Yapabilirim?" Bu, korkaklığın en nefretlik, en maskara bahanesidir. Kişisel egonun ve vurdumduymazlık denen o vicdan karası tembelliğin sığınağıdır bu feryat. Sanki hakikatin kıymeti, sahibinin çokluğuna bağlıymış gibi, fatalist bir teslimiyetle mücadele-i haysiyetten feragat etmektir.
Ailenin Perişan Olması Vehmi
En kutsal değer olan ailenin kalkan yapıldığı bu durumda, korkak, tehlikeyi hayalinde bin misli büyütür. Bu cayırtı, şahsi korkusunu meşrulaştırma çabasıdır. Oysa onurlu bir baba, şerefli bir evlat, ailesine alın aklığından daha büyük bir miras bırakamaz!
Bu suskunluk, bu ağız mühürlenmesi, bu cibiliyetsiz sükûnet; bir ömrün en verimli hasadının, en kıymetli cevherinin alınıp, sessiz sedasız çöplüğe atılmasıdır. Tıpkı bir korkak tavuk gibi, başını kuma gömenlerin, haktan ve adaletten yana tek bir kelâm etmeyenlerin akıbeti, hiçlik ve zilletten müteşekkil bir mezbeleliktir. "Korkunun ecele faydası yok" der atalarımız, ama korkaklığın nesillere zillet mirası bıraktığı da bir o kadar aşikârdır.
Bu zilletin ve itaatin ruh halini tasvir eden iki kadim misal vardır:
Stalin’in Tüyleri Yolunmuş Tavuğu:
O gaddar liderin, canlı tavuğun tüylerini yolduktan sonra, hayvanın çaresizlikle acı çektiği halde, kendisine uzatılan yiyeceği korkuyla kabul etmesi gibi; baskı ve zorbalık karşısında insanlık onurundan soyunanlar da zulme alışır, hatta zalimin elinden beslenmeye razı olur.
Yavaş Yavaş Kaynatılan Kurbağa:
Tıpkı suya atılan kurbağanın, su yavaş yavaş ısındığı için tehlikeyi fark edemeyip sonunda haşlanması gibi; hak gasplarına, kanunsuzluklara karşı gösterilen vurdumduymazlık ve adım adım gelen zulme karşı gösterilen suskunluk, milletleri ve bireyleri geri dönülmez bir felakete sürükler. Tehlike, göz göre göre değil, uysal bir kabullenişle gelir.
Unutulmamalıdır ki: Tarihte nice zalim, nice korkulan iktidar, milyonlarca örneğiyle sabittir ki, hak vaki olunca hepsi bu fani dünya sahnesinden çekip gidecektir. Kimi lanetle anılacak, kimi ise ibretlik bir hikâyeyle. Mesele, bu kaçınılmaz sona gelindiğinde, geride ne kalacağıdır. Korkağın korkaklığı da, zalimin zalimliği de; aynı şekilde kahramanların şecaati ve şerefli insanların mirası da unutulmayacaktır.
Ey mertlik iddiasındaki kişi! Eğer o alın teriyle kazanılmış itibarın, o beş kuruşluk menfaatin hatırına, vatanın ve hakikatin karşısında dilsiz şeytan kesiliyorsan, bil ki o ömür; ne yaşanmıştır ne de hayırla yâd edilecektir. O ömür, murdardır, ziyandır, fiyaskodur! Mücadele et! Zira şecaatin olmadığı yerde, ne haysiyet kalır ne onur, ne namus ne de dirlik! Ateş pahasına da olsa, hakikatin ve insanlık borcunun o sarp yokuşunu tırmanmak, bu fani hayattan fena bir göç etmemenin tek yoludur.
Tercih, bu dünyaya bir kez gelen her nefsin elindedir: Ya onurlu bir iz bırakıp gitmek ya da korkaklığın zilletiyle çöplüğe karışmak. Korkaklık, ruhun iltihabıdır; ya derman ol ya da o nedametle kahrol!

























































Yorum Yazın