Tarih Herşeyi Yazar
Taliban'ın başkenti Kabil'e girmesinin ardından Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani uçakla ülkeyi terk etmişti. 4 otomobil para doluydu, paranın bir kısmını helikoptere koymaya çalıştılar ama hepsi sığmadı.
Ve paranın bir kısmı pistte kaldığı iddia ediliyor, Afganistan'ın Tacikistan Büyükelçisi Muhammed Zahir Ağbar da Gani'nin yanında 169 milyon dolar (yaklaşık 1 milyar 500 milyon TL) götürdüğünü öne sürüyordu. Gani, konuyla ilgili yaptığı açıklamada "Kan dökülmesini önlemek için ülkeden ayrılmak zorunda kaldım, tamamen yalan ve yersiz…Ayakkabılarımı değiştirecek zaman bile bulamadım. Güvenlik görevlileri devletin başı olarak çok acil bir tehdit altında olduğum için ayrılmamı istedi.” demişti. Aynı Eşref Gani, Taliban gelmeden önce de "Taliban buraya gelirse kendimi öldürürüm" şeklinde beyanatta bulunmuştu.
Gani, sonuçta kaçmıştı.
Kalsaydı ne olurdu?
Ölürse taraftarlarına/sevenlerine göre ve belki de Afganistan’ın gelecek tarihinde Şehit, yaralanırsa Gazi olacaktı. Belki de belki de öldüren tarafta Allah-u ekber dediği için farklı şekilde tesmiye edilecekti.
Şimdi onun için sadece ve sadece kaçak deniyor.
O, ona inanlardan kaçmıştı.
O, kendisi için ölümü göze alanlardan kaçmıştı.
O, iyi veya kötü, doğru veya yanlış Afganistan tarihinden kaçmıştı.
Kaçmak kurtuluş olduğu gibi bazen de yok oluştur.
Tıpkı 1919-1922’li yılların o karanlık yıllarında olduğu gibi. Kaçanlar, teslim olanlar, satılanlar, iş birliği yapanlar, ikili oynayanlar veya öyle veya böyle farklı davranmak zorunda kalanlar vardı.
Gazi Mustafa Kemal, o dönemi, “Hakiki vaziyeti anlamamışlardı. Fikirlerde karışıklık vardı. Dimağlar adeta durgun bir haldeydi…(İmanlı din adamları), Gerçeği halka açıkladılar… doğru yolu gösteren vaaz ve öğütlerden sonra herkes çalışmaya başladı.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1989, s.208).
Öte yandan Vahdettin, Damat Ferit, Şeyhülislam Mustafa Sabri ve yüzyıllarca milletin tüm varlığına çöreklenmiş arsız-ursuz takımı ise, Bursa Müftüsü Ömer Kamil Efendi; Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi, Sinop Müftüleri Salih ile İbrahim, Isparta Müftüsü Hüseyin Hüsnü, Uşak Müftüsü Ali Rıza, Sivas Müftüsü Abdurrauf, Burhaniye Müftüsü Mehmet ve Antalya Müftüsü Ahmet Hamdi Efendileri görevlerinden alıyor, Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat ve Karacabey Müftüsü Mustafa Fehmi Efendileri de idama mahkûm ediyordu.
Bu ulvi insanlar, “Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin. Bilakis onlar diridirler. Lakin siz anlayamazsınız”, emrine inanıyorlardı.
Öte yandan, Milli Mücadelecileri “asi ve halife düşmanı, din düşmanı ilan eden ve öldürülmelerine cevaz veren, Milli Mücadele mensuplarını öldürenlerin cennet gideceğini, onlarla savaşırken ölenlerin şehit yaralananların gazi olacağını, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey hakkında verilen idam kararını onaylayanlar vardı.
Ağustos 1920´de yayımladığı bir ihanet bildirisinde:
" Ey kahraman askerler. Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi hainlerin, zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız.? Elinize aldığınız fetva-i şerif ki Allah´ın emridir. Okuduğunuz hatt-ı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır. Siz Allah´ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canilerin, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz." diyen ve
Mustafa Kemal Paşa (bazıları, Vahdettin'in, Mustafa Kemal'i, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için Anadolu'ya gönderdiğini söyler. Evet, Mustafa Kemal, padişah Vahdettin’in ordu kumandanlarından biriydi, ama O’nu Türklüğü kurtarmak için Anadolu’ya göndermemişti. Anadolu’da Rum’a, Ermeniye kötü davrandığı iddia edilen Türkleri susturmak için göndermişti.) ve silah arkadaşlarını idama mahkûm eden mahkeme kararlarının şeriata uygunluğunu söyleyen,
Yunan denize döküldüğünde yunana sığınan ve orada;
“Yalnız Müslüman ve insan
Olarak kalmak üzere, Türklükten,
Şeref ve izzetimle istifa
Ediyorum Allah'ın huzurunda!
Ben de ayniyle ret edip Türk’ü.
Attım üstümden en elim yükü
Tövbe yarabbi, tövbe Türklüğüme” diyen şeyhülislam, Mustafa Sabri Efendiydi.
Mustafa Sabri, Teali İslam Cemiyeti’nin yöneticilerindendi, İngiliz ajanları Sait Molla ve Papaz Fru´nun "İngiliz Muhipleri Cemiyeti"yle çok sıkı işbirliği içindeydi ve bu cemiyetin de fahri başkanı idi.
Teâlî-i İslâm Cemiyeti, Müderrisîn Cemiyeti'nin 24 Kasım 1919'da genel kurul toplantısındaki karar gereğince bu ismini aldı ve Mustafa Sabri Efendi'nin şeyhülislam olması üzerine başkanlığa İskilipli Mehmed Âtıf Hoca getirildi. Cemiyet, ilk olarak İzmir'in Yunanlar tarafından işgalini protesto eden ve yeni bir tehlike olarak ortaya çıkan Bolşevizm'e ve işgal kuvvetlerine karşı beyannameler yayımladılar. Mustafa Sabri Efendi'nin şeyhülislam olması üzerine başkanlığa İskilipli Mehmed Âtıf Hoca getirilmişti. Cemiyet, ilk olarak İzmir'in Yunanlar tarafından işgalini protesto eden ve yeni bir tehlike olarak ortaya çıkan Bolşevizm'e ve işgal kuvvetlerine karşı beyannameler yayımlamışlardı.
Her zaman Türklük onlar için sorundu: “Nitekim bu defa da Anadolu’da Mustafa Kemâl ve Kuvâ-yı Milliyye maskaraları Yunan askerlerinin önünden nâmerdâne bir surette kaçarken; kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvâ-i Milliye namını veriyorsunuz? … Utanmaz hâinler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenâb-ı Hakk’ın gazap ve lâneti sizin üzerine olsun!; Şimdi sulh imzalandı Kuvâ-yı Milliyye belâsının tevlit ettiği mecburiyetle gâlip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize: “Eğer Anadolu’da Kuvâ-yı Milliyye isyanını devam ettirir ve bastıramazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar. Kuvâ-yı Milliyye eşkiyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar.” (İkdam, 25 Teşrinisânî 1335, No: 8185)
Bursa milletvekili Muhittin Baha (Pars) Bey’in, Namık Kemal’in
“Düşman vatanın bağrına dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini?” dizelerine
Gazi Mustafa Kemal,
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”
şeklinde cevap veriyor. Sadece cevap vermiyor, alçaklara, hainlere, yedi düvele karşı o mübarek sarıklıların, kumandanların, anaların, bacıların, evlatların ve daha nicelerinin Başkumandan olarak vatanı her türlü cerihamdan, taharetten temizliyor.
Bunun yanında tarihler 16 Kasım 1922’yi gösterdiğinde de İstanbul İşgal Orduları Komutanı General Harrington'a, "İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devletine sığınır ve bir an önce başka bir yere götürülmemi talep ederim efendim. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin" diye kısa bir mektup yazılıyor ve bu cennet vatandan karanlık dehlizlere gidiliyor.
Tabi kaçanların döküntülerinden de kalanlar olmuyor değil..

























































Yorum Yazın