Reklamı Geç
Mevlüt Yanmaz Bungalov
Mevlüt Yanmaz Bungalov
Haas Taş Sanatları
culha gold
Hatay
BIST10.641
DOLAR42.2631
EURO49.0719
ALTIN5726.6
BTC/USD103068.32
Muhammet KEMALOĞLU

Muhammet KEMALOĞLU

Mail: [email protected]

Türkiye-İsrail Savaşmayacak mı?

 

Türkiye-İsrail Savaşmayacak mı?

 

Stratejik Gerilim ve Diplomasinin İnce Çizgisi: ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ın Açıklamaları Üzerine Kapsamlı Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirme

 


Giriş: 

Diplomatik İyimserlikten Stratejik Gerçeğe

ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın Bahreyn'de, 21. IISS Manama Diyaloğu'nda (1 Kasım 2025) dile getirdiği "Türkiye ve İsrail birbiriyle savaşmayacak" şeklindeki beyanatı, yüzeysel bir diplomatik iyimserlik sunarken, arka planda kanaatimizce uzun süredir mücadele edilen ve ABD'nin politikalarıyla doğrudan kesişen köklü jeopolitik endişeleri ve derin stratejik kanaatleri göz ardı etme eğilimindedir. Barrack'ın sözleri, Washington'ın bölgedeki arzu ettiği istikrar modelini yansıtırken, kanaatimizce mevcut güvenlik paradigmasını şekillendiren tarihsel ve güncel acı gerçekleri perdelemektedir.
Büyükelçi, Türkiye'nin Gazze'deki ateşkes sürecindeki kritik rolünü, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Hamas ile ilişkisini kullanarak sağladığı ikna kabiliyetini öne sürerek takdir etmiştir. Bu kabul, Türkiye'nin bölgesel kriz yönetimindeki vazgeçilmezliğini teyit ederken, ABD'nin Orta Doğu’da istikrar arayışında Türk diplomasisinin etkinliğine duyulan ihtiyacı gözler önüne sermektedir. "Türkiye olmasa Gazze'de ateşkes olmazdı" tespiti, kanaatimizce, Batı’nın dışladığı aktörlerle dahi iletişim kanallarını açık tutma kapasitesinin stratejik bir değer taşıdığı şeklinde değerlendirilmektedir. Ancak bu taktiksel övgü, ABD'nin Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik politikalarıyla oluşan devasa güven bunalımını ortadan kaldırmaktan uzaktır. Türkiye'nin yürüttüğü bağımsız dış politika, Batı başkentlerinde takdir edilse de, aynı zamanda "eksen kayması" iddiaları üzerinden sistematik bir baskı ve yıpratma kampanyasına maruz kalmaktadır.

I. Orta Doğu'nun Jeo-Ekonomik Potansiyeli ve ABD'nin Yeni Stratejisi

Büyükelçi Barrack, konuşmasına başlarken Orta Doğu'nun muazzam ekonomik ve kaynak potansiyelini vurgulamış, bölgenin mevcut jeopolitik karmaşasının bu potansiyelle tezat oluşturduğunu belirtmiştir. Bu veriler, Barrack'ın savunduğu "top down (yukarıdan dayatılan)" çözümler yerine "ground up (yerelden başlayan)" çözümleri destekleme stratejisinin ekonomik temelini oluşturmaktadır.
"Orta Doğu'nun 9 trilyon ABD Doları tutarında yatırım yapılabilir sermayesi var; her gün 20 milyon varil petrol Hürmüz Boğazı'ndan çıkıyor; bunun 11 milyonunu Çin satın alıyor. Dünyadaki tüm kaynakların yüzde 30'una sahipsiniz. Dünyadaki tüm sermayenin yüzde 20'sine sahipsiniz ve biz hala kabileler ve bayraklar için savaşıyoruz. Bu çok saçma."
Bu çerçevede, Barrack'ın ABD Başkanı'nın bölgeye yaklaşımını aktarışı, Ankara'daki stratejik kanaatleri derinden etkilemektedir:
"Bu Başkan bakıyor ve diyor ki, 'Ben sahaya asker göndermeyeceğim.' Bu işin olması için ABD sermayesini yatırmayacağım. Yapacağım şey, cesur bir eylemin lideri olmak. Bir momentum yaratacağız. Refahı güçlendireceğiz ve bu sorunları yukarıdan dayatmak yerine yerelden başlayarak çözeceğiz."
Kanaatimizce, ABD Başkanı'nın "Sahaya asker göndermeyeceğim" ve "ABD sermayesi yatırmayacağım" vurgusu, Suriye ve Irak'ta izlenen vekil güçler (YPG/SDG/PKK uzantıları) üzerinden ve minimal maliyetle maksimum etki elde etme stratejisinin açık bir itirafıdır. ABD, kendi askeri riskini en aza indirirken, terör örgütlerini araçsallaştırarak bölgesel haritayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etme yolunu seçmiştir. Refah ve momentum söylemleri, bu jeopolitik mühendisliğin diplomatik örtüsü olarak değerlendirilmektedir. Barrack'ın bahsettiği Suriye'deki Caesar yaptırımlarının kaldırılması ve reformlar, bu yeni, ABD sermayesi gerektirmeyen "yerelden başlama" modelinin bir parçasıdır.

II. Stratejik Kanaatler Işığında Türk-Amerikan İlişkilerinin Derin Çelişkileri

Barrack’ın "savaşmayacaklar" ve "ticaret anlaşması yakında" şeklindeki pragmatik beklentileri, Türkiye'deki karar vericilerin zihninde yer eden uzun vadeli stratejik kanaatler ve endişelerle çarpışmaktadır:

A. Nihai Hedef: Türkiye'yi Kuşatma ve Parçalama Kanaati:

Türkiye’deki en yaygın ve derin stratejik kanaatlerden biri, ABD’nin ve İsrail’in bölgesel stratejisinin nihai hedefinin Türkiye'yi kuşatmak, etkisiz hale getirmek, iç ve dış dibalikler vasıtasıyla önce güç kaybına ve krizlere sürüklemek, ardından iç ayaklanma veya federasyon çözümlerine zorlamak ve nihayetinde zorla ülkeye getirtilmiş yabancı kitleleri de kullanarak ülkeyi yıkmak ve/veya parçalamak olduğu yönünde kuvvetli bir kanaat bulunmaktadır. Bu büyük stratejinin en somut ve görünür aracı ise, ABD’nin özellikle Suriye'de YPG/SDG’ye verdiği kapsamlı destek üzerinden, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den topraklar alarak İsrail’in kuzey sınırlarında 1000 km’lik yapay ve suni bir tampon devlet oluşturma yönündeki uzun vadeli bir stratejiye sahip olduğu iddiasıdır.
Bu kanaat, sadece PKK’nın varlığı ve uzantılarına verilen destekle sınırlı kalmayıp, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik yapısal bir tehdit algısını güçlendirmektedir. ABD'nin YPG/SDG'ye askeri eğitim, gelişmiş silah ve zırhlı araçlar dahil olmak üzere doğrudan destek sağlaması ve bu grupları kara gücü olarak kullanması, kanaatimizce en büyük güvenlik endişesi olarak değerlendirilmektedir. Özellikle son 5 yılda Pentagon bütçesinden "DEAŞ'la Mücadele" fonları adı altında PKK/YPG'ye yüzlerce milyon dolarlık askeri destek aktarılması ve ABD'li üst düzey askeri ve diplomatik yetkililerin YPG/SDG bayrağı önünde verdikleri pozlar ve Türkiye'nin terör örgütü olarak gördüğü gruplar için kullandıkları "ortak" veya "müttefik" gibi ifadeler içeren basın açıklamaları, kanaatimizce Washington’a olan güveni sistematik olarak aşındırmaktadır.

Basına Yansıyan Somut Deliller ve ABD'li Yetkililerin Terör Örgütü Liderleriyle Görüşmeleri:

Bu güvensizlik ortamını pekiştiren en önemli unsurlar, ABD'li komutanların ve yöneticilerin terör örgütü liderleriyle gerçekleştirdiği, basına yansıyan somut görüşmelerdir:
·        ABD'li Komutanların Ziyaretleri ve Fotoğrafları: ABD'nin CENTCOM (Merkez Kuvvetler Komutanlığı) komutanları, DEAŞ ile mücadele bahanesiyle defalarca Suriye'deki YPG/SDG kontrolündeki bölgeleri ziyaret etmişlerdir. Bu ziyaretlerde, Türk yargısının kırmızı bültenle aradığı PKK/YPG elebaşlarıyla bir araya gelmiş ve örgütün bayrağı altında pozlar vermişlerdir. Bu durum, Türkiye'nin terörle mücadelesinin ABD tarafından kasıtlı olarak görmezden gelindiğini göstermektedir.
·        Mazlum Abdi ile Görüşmeler ve Vize Tartışmaları: YPG/SDG'nin sözde komutanı Mazlum Abdi (Gerçek adı Ferhat Abdi Şahin), ABD'li senatörler ve diplomatlar tarafından düzenli olarak muhatap alınmıştır. Hatta bazı ABD'li siyasetçiler, Abdi'ye ABD'ye giriş vizesi verilmesi için lobi faaliyetleri yürütmüşlerdir.
·        Tom Barrack'ın Çelişen Açıklamaları (Temmuz-Eylül 2025): Büyükelçi Barrack, bir konuşmasında "SDG dediğiniz, YPG'dir. YPG, PKK'nın bir türevidir" diyerek örgütün Türkiye için taşıdığı tehdidi kabul ederken, kısa bir süre sonra (Eylül 2025) ise, YPG/SDG'nin "PKK ile artık bağlantısı kalmamış başka bir yapı" olduğunu iddia ederek, sahadaki fiili duruma diplomatik bir kılıf bulmaya çalışmıştır.
·        Ortak Tatbikatlar ve Uzun Vadeli İşbirliği: ABD ve YPG/SDG güçlerinin, IŞİD dışındaki amaçlar için de ortak askeri tatbikatlar düzenlemeye devam ettikleri ve üst düzey ABD'li komutanların "SDG'li ortaklarımız ile çalışmaya devam edeceğiz" şeklinde açıklamalar yaptıkları, örgütle uzun vadeli askeri işbirliğinin devam edeceği şeklinde değerlendirilmektedir.
Büyükelçi Barrack'ın Suriye Özel Temsilcisi kimliği, bu endişenin doğrudan muhatabı konumundadır. Bir yandan Türkiye ile barışçıl ve ticari bir gelecekten söz etmek, diğer yandan Türkiye'nin beka meselesi olarak gördüğü terör örgütlerine askeri ve siyasi destek vermek, kanaatimizce, Washington’a olan güveni sistematik olarak aşındıran bir hibrit savaş uygulaması olarak değerlendirilmektedir. Vekil örgütlerin bu denli açıkça desteklenmesi ve ABD'li yetkililerle yaptıkları görüşmelerin basına yansıması, diplomatik söylemlerin inandırıcılığını tamamen ortadan kaldırmaktadır.

B. Ege ve Kuşatma Stratejisi Endişesi:

Bu yapısal tehdit algısı, sadece güney sınırı ile sınırlı değildir; Adalar Denizi (Ege Denizi) üzerindeki gelişmelerle daha da derinleşmektedir. ABD'nin Ege Adaları'ndaki Lozan ve Paris Antlaşmaları ile belirlenmiş gayri askeri statüdeki adalara Yunanistan tarafından askeri birlik ve zırhlı araç yerleştirilmesine sessiz kalması ve hatta Amerikan menşeili zırhlı araçların bu adalara sevk edilmesi, kanaatimizce bir çift cepheden kuşatma stratejisi yürütüldüğü kanaatini güçlendirmektedir. Yunanistan'ın adalarına ABD menşeili askeri üsler açılması veya tahsis etme girişimleri ve ABD'nin son 5 yıl içinde bölgedeki askeri varlığını artırma çabaları, Türkiye'nin deniz yetki alanları ve ulusal güvenliği üzerindeki tehdit algısını artırmaktadır. Bu durum, Türkiye'nin batı ve güney sınırlarının eş zamanlı olarak askeri baskı altına alınması, yani bir "çifte kuşatma" stratejisinin aktif bir parçası olarak değerlendirilmektedir.

C. İç Siyasete Müdahale ve Eksen Değişimi Endişesi (FETÖ Detayı):

Türkiye'deki siyasi hafıza, ABD'nin Türk siyasetine yönelik tarihi müdahalelerine dair güçlü bir kanaat taşımaktadır. "80 ihtilalini bizim çocuklar yaptı" sözüyle somutlaşan 12 Eylül darbesi örneği, siyasi sistem üzerindeki yabancı etki algısını pekiştirir. Daha yakın dönemde, 2000 sonrası dönemde ve iddia edilmekte olduğu üzere sağlanan siyasi destekler ile bu durum, Atatürk sonrası dönemde iktidarda bulunan diğer yöneticiler için de zaman zaman eleştiri ve suçlama konusu olmuş bir dış etki mekanizmasıdır. Bu tür destek mekanizmasının, hemen ardından yaşanan 15 Temmuz darbe girişimi ile ani ve yıkıcı bir dönüşüme uğraması, ABD’nin Türk siyasetindeki "eksen belirleme" çabalarına dair derin kuşkular yaratmıştır. FETÖ liderinin ABD'de yaşamasına izin verilmesi, Türkiye'nin sunduğu yasal kanıtlara rağmen iade taleplerine karşı çıkılması ve ABD'li bazı siyasetçiler ile medya organlarının darbe sonrası süreçte Türkiye aleyhine yürüttüğü negatif söylemler, bu müdahalenin en somut ve güncel tezahürü olarak görülmektedir. Bu bağlamda, "Türkiye’nin ekseninden değiştirilmesi süreci" tespiti, bağımsız bir dış politika arayışının zorunlu bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.

III. Bölgesel Yıkım Stratejileri, ABD ve İsrail Operasyonlarının Delilleri

Barrack’ın açıklamaları, ABD ve İsrail’in bölge siyasetindeki temel tercihleri ve sınırlılıkları dikkate alınarak kanaatimizce değerlendirilmelidir. Ortadoğu’nun son çeyrek asırlık siyasi tarihi, ABD’nin ve İsrail’in kendi stratejik çıkarları doğrultusunda komşu ülkelerin istikrarını hedef aldığı yönündeki yaygın kanaati desteklemektedir.
·        Irak'ın Yıkım Süreci ve Türkiye'ye Etkisi: ABD'nin 2003'te başlattığı Irak işgali, Saddam rejiminin yıkılması ve sonrasında ülkenin mezhepsel ve etnik temelde fiilen üçe bölünmesi, Suriye ve Irak’ın istikrarının bozulması ve bu ülkelerin siyasi ve askeri kapasitelerinin dağıtılmasına yol açmıştır. Irak'ın kuzeyinde PKK'nın yerleşmesine göz yumulması ve Irak'ın kuzeyindeki Kürt yönetiminin ABD tarafından desteklenmesi, kanaatimizce bölge haritasını yeniden çizme çabalarının somut sonuçları olarak değerlendirilmektedir. Bu durum, doğrudan Türkiye'nin güney sınırında istikrarsızlık ve terör kaynağı yaratmıştır. Kuzey Irak'taki PKK varlığı, ABD'nin vekil örgütler stratejisinin Türkiye'ye karşı kullanılan en eski ayaklarından biri olarak değerlendirilmektedir.
·        Suriye Operasyonları ve Terör Kuşağı Oluşumu: Suriye'deki iç savaşın başlamasında dış müdahalelerin rolü ve ABD'nin Esad rejimini devirme çabaları, ülkenin merkezi otoritesini parçalamıştır. ABD'nin YPG/SDG'yi Suriye'deki temel ortağı olarak konumlandırması ve Fırat'ın doğusunda özerk bir yapı kurmasını desteklemesi, kanaatimizce beka sorununu derinleştiren en önemli delil olarak görülmektedir. Bu terör kuşağı oluşumu, sadece terör tehdidi değil, aynı zamanda zorla ülkeye getirtilen farklı yabancı kitlelerin kullanımıyla Türkiye'nin demografik yapısını etkileme potansiyelini de içermektedir. Bu, vekil örgütler aracılığıyla gerçekleştirilen bir jeopolitik mühendislik projesi olarak algılanmakta ve değerlendirilmektedir. Büyükelçi Barrack'ın "Sykes-Picot Anlaşması'ndan ve kolonyal mandadan kaynaklanan, ulus devlet olması amaçlanmayan kabilelerin etrafına çizilen bayraklar ve sınırlar" tespiti, kanaatimizce mevcut sınırların ve ulusal yapının ABD'nin yeni bölgesel vizyonu tarafından sorgulandığı ve yeniden şekillendirilme tehlikesi altında olduğu yönündeki en derin korkuyu teyit etmektedir.
·        İran'a Yönelik Yıllık Ambargo ve Askeri Operasyonlar: Öte yandan, ABD’nin İran’a yıllardır uyguladığı ağır ambargolar, bu ülkenin ekonomik ve askeri imkan ve kabiliyetlerini sınırlama gayretini gösterir. Hatta, İsrail'in İran'a ait nükleer tesisler, balistik füze depoları, askeri üsler ve Suriye/Lübnan'daki vekil güçlere yönelik düzenlediği hava ve siber saldırı operasyonları (Örneğin T-4 hava üssü veya nükleer bilimcilere yönelik suikast iddiaları), İran’ın askeri altyapısını yıpratma çabasının bir parçasıdır. Bu eylemler, Washington ve Tel Aviv’in, doğrudan ve açık savaş yerine, uzun süreli ekonomik yıpratma, vekil güçler ve hedefli askeri operasyonlar yoluyla bölgesel dengeyi kurma stratejisini benimsediğini teyit eder. Bu yöntem, "hibrit savaş" mekanizmalarının Türkiye'ye yönelik uygulamalarının da benzer nitelikte olduğuna dair kanaati güçlendirmektedir.

IV. Tarihsel Korku ve Türkiye'nin Jeopolitik Ağırlığı

Barrack, Türkiye'nin önemini vurgularken, Türkiye'yi "non-Arab Muslim country (Arap olmayan Müslüman ülke)" ve "bizden sonra en büyük NATO müttefikimiz" olarak tanımlamıştır. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasındaki "love-in (aşk tazelenmesi)" döneminden, F-35'ler, F-16'lar, S-400'ler ve 100 milyar dolarlık Boeing sözleşmesi gibi konuların konuşulduğunu belirtmiştir. Türkiye'nin Ermenistan ve Azerbaycan ile kurduğu yeni kuzey-güney ekseninin potansiyelini ve Türkiye'deki 3.5 milyon Suriyeli mültecin varlığını da vurgulamıştır. Bu unsurlar, Türkiye'nin bölgesel ağırlığını ve Barrack'ın iyimserliğinin ekonomik/askeri dayanağını oluşturmaktadır.
Ancak, bu stratejinin Türkiye’ye yönelik tam olarak uygulanamamasının tarihsel ve stratejik bir nedeni vardır. Türkiye ile bir savaş tercihinin, her zaman en son ve de olmamasını istedikleri bir seçenek olarak görülmesi, derin bir tarihsel kaygıya dayanır. Yüz yıl önce, I. Dünya Savaşı’nın ardından işbirlikçi bir iktidarın ve iç destekçilerin teşvikleriyle işgale kalkışılan ve dönemin vekil gücü olan Yunanistan ile denenen işgal ve imha savaşı, Türkiye’nin çelik siperinden geri püskürtülmüş ve işgalciler denize dökülmüştür.
Bu tarihsel zafer (Kurtuluş Savaşı), ABD, İsrail veya diğer hasım olarak görülen devletlerin hafızasında ciddi bir stratejik engel olarak kalmıştır. Türkiye’nin askeri kapasitesi, coğrafi konumu ve ulusal direniş ruhu, doğrudan bir askeri müdahalenin maliyetini katlanılamaz kılmaktadır. Bu nedenle, bu güçler, Türkiye’yi arzu ettikleri hale getirmek için, doğrudan savaştan kaçınarak, kendileriyle uyumlu çalışabilecek iktidarları destekleme yolunu tercih etmişlerdir. Türkiye’yi savaşarak değil, iç buhranlar, ekonomik krizler, terör örgütleri, etki ajanları, anket kuruluşları, siyasi partiler ve medya ve/veya yazar eli ile istediklerini yaptırır hale getirmeyi tercih ettiği yönünde güçlü bir kanaat kanaatimizce mevcuttur.
Dahası, bu hibrit yöntemlerle Türkiye'nin savunma sanayii ve ekonomik bağımsızlığını baltalama amacı güdüldüğü iddia edilmektedir. Bazı yönetici veya kurumların yaptığı iddia edilen yanlış veya usulsüz işlerin şantaj vasıtası olarak kullanıldığı da iddia edilmektedir. Barrack’ın açıklamaları da, bu zorlu denklemin bir ürünüdür; savaş yerine ticaret, yıkım yerine diplomatik rol biçme çabası, stratejik zorunluluktan doğmuştur. Türkiye'ye karşı kullanılan vekil örgütler (PKK, YPG/SDG, FETÖ uzantıları) ve hibrit uygulamalar (ekonomik baskı, siyasi şantaj, dezenformasyon kampanyaları) bütünü, kanaatimizce Ankara'yı zayıflatma ve çevreleme planının çok boyutlu yüzünü oluşturmaktadır.
Barrack'ın, Orta Doğu'da dünyanın en tehlikeli 23 yabancı terör örgütünün 18'inin kendi "posta kodu" içinde bulunduğunu vurgulaması, bu terör bataklığının ABD politikalarının dolaylı bir sonucu olduğu ve Türkiye'nin bu örgütlerle tek başına mücadele etmek zorunda bırakıldığı yönündeki iddiamızı güçlendirmekte ve bu durum büyük bir endişe kaynağı olarak değerlendirilmektedir.

V.  Sonuç ve Beklentiler: Sadu Dokuması Metaforu

Büyükelçi Barrack, konuşmasını Bahreyn'in geleneksel el dokuması olan Sadu metaforuyla bitirmiştir. Bu metafor, Barrack'ın bölgesel istikrar vizyonunun temelini oluşturur ve Türkiye'nin güvenlik endişeleriyle kontrast teşkil eder:
"Bahreyn'de Sadu adı verilen dokumalar var... Dikey iplikler en güçlü iplik türüdür çünkü bunlar kurumları, orduyu, eğitimi, sağlık hizmetlerini temsil eder. Eğer bunlara sahipseniz, bir toplum din, siyaset ve en sonunda daha liberal düşünceleri tartışmaya geçer. Ama eğitim, güvenlik, istikrar ve masada yiyecek olmadan hiçbir şey olmaz."
Bu metafor, kanaatimizce ABD'nin bölgeye önerdiği "yerelden kalkınma" modelinin teorik çerçevesini çizmektedir. Ancak Türkiye'nin yaşadığı deneyim, dikey ipliklerin (güvenlik, istikrar) ABD'nin vekil örgüt politikaları yüzünden sürekli yıpratıldığı yönündedir.
Tom Barrack'ın "Türkiye ve İsrail savaşmayacak" sözü, ABD’nin bölgesel mimarisinde Türkiye’ye biçtiği "pragmatik ortak" rolünü özetler. Türkiye’den beklenen, İsrail ile savaşa girmemesi, ticareti sürdürmesi ve Gazze gibi krizlerde diplomatik hizmet sunmasıdır. Ancak bu beklenti, Türkiye’nin en temel güvenlik ve toprak bütünlüğü hassasiyetlerini yok saydığı sürece havada kalmaya mahkûmdur. Büyükelçi'nin Türkiye'nin güçlü ve istikrarlı bir NATO müttefiki olduğunu kabul etmesi ve hatta F-35/F-16/S-400 ve 100 milyar dolarlık Boeing sözleşmesi üzerinden yeni bir "love-in (aşk tazelenmesi)" döneminden söz etmesi, kanaatimizce, somut güvenlik endişeleri giderilmediği sürece ticari ve diplomatik temennilerin yetersiz kaldığının bir kanıtı olarak değerlendirilmektedir.
Barrack'ın sözlerinin inandırıcılığı ve kalıcılığı, ABD'nin Suriye'deki terör örgütlerine verdiği somut ve açık desteğe son vermesi, terörist gruplarla yapılan askeri işbirliğine dair basın açıklamalarını sonlandırması, gayri askeri statüdeki Ege Adaları'nda Yunanistan'ın askeri yığınağına ve ABD'nin askeri varlığına dair endişeleri gidermesi, FETÖ konusundaki mevcut durumunu değiştirmesi ve Türkiye'nin güvenlik endişelerine stratejik ortaklık ruhuna uygun bir şekilde yanıt vermesine bağlıdır. Aksi takdirde, kanaatimizce, ticaret anlaşmaları ve diplomatik temennilerin, Türkiye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden derin stratejik kanaatler, jeopolitik endişeler ve dolaylı etki mekanizması iddiaları karşısında yetersiz kalacağı ve bu çerçevede gerekli ulusal adımların atılacağı bilinmelidir. Türkiye, kendisine dayatılan bu kuşatma planına karşı ulusal bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruma amacıyla bölgesel güç olarak konumlanmaya devam edecektir. Türkiye, kendisine dayatılan bir eksende değil, kendi ulusal çıkarlarını maksimize eden bir yörüngede ilerlemeye devam edecektir.

 

Kaynakça

 

1.     Konuşma Metni: The Hon. Thomas J. Barrack, Ambassador to Turkiye and Special Envoy for Syria, United States. US Policy in the Levant: A Conversation with Ambassador Tom Barrack. Fourth Plenary Session, The IISS Manama Dialogue, 21st Regional Security Summit, International Institute for Strategic Studies (IISS), 1 Kasım 2025.

2.     Haber Bilgisi: BBC News Türkçe. "ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack: 'İsrail ve Türkiye savaşmayacak'". Bildirildiği yer: İstanbul, 3 Kasım 2025, Güncelleme 4 Kasım 2025. (Kaynak: Reuters)
 
İlgili Haberler:
1.     ABD Ankara Büyükelçisi Barrack: SDG, YPG'dir; YPG, PKK'nın Bir Türevidir. YouTube.
2.     ABD, Suriye Halkına Karşı Yıllardır Kullandığı YPG(SDG)'nin Fişini Çekti: Suriye'de Federalizm Olmaz, Tek Yol Şam. SDE.
3.     ABD'nin Suriye Temsilcisi Barrack: "SDG artık PKK ile bağlantısı kalmamış ayrı bir yapı". Bianet.
4.     ABD PKK/YPG ile ortak tatbikat yaptı: "SDG'li ortaklarımız ile çalışmaya devam edeceğiz". YouTube (https://www.google.com/search?q=Ulusal.com'dan alıntı).
5.     ABD'li yetkililerle YPG/PKK arasındaki görüşmelerde gerginlik. Anadolu Ajansı.
6.     İsrail’in İran’a yönelik operasyonları ve T-4 Hava Üssü saldırıları, nükleer bilimcilere yönelik suikast iddiaları vb. (Çeşitli uluslararası haber kaynakları).
7.     ABD'li komutanların ve siyasetçilerin Mazlum Abdi dahil olmak üzere YPG/SDG liderleriyle yaptığı görüşmeler ve fotoğraf paylaşımları (Reuters, AP, AA vb.).

 

 

Diva Otel

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar
Diva Otel