Ulvi Sevdalar için Nefsin İdamı
İnsan, dünyaya geldiği günden itibaren nefsiyle sınanır. Bu nefis, bazen aşkı, sevdayı, bazen de çıkarı yönlendirir; bazen vatanı, milleti ve devleti yüceltir, bazen ise onları gölgede bırakacak hırs ve bencilliklere kapılır. İnsan, kendi içindeki bu çatışmayı fark ettiğinde, gerçek anlamda neye değer verdiğini de keşfeder. Her kim olursa olsun, bu çatışmayı görmezden gelmek, kendi yüce değerlerini de gölgeleyecek bir davranıştır.
Aşk ve sevdanın tuzağı
Aşk ve sevda, nefis için hem bir ayna hem bir tuzaktır. Sevdiğini korumak, ona bağlı kalmak güzel bir duygudur; fakat aynı sevgi, eğer nefis hırsıyla karışırsa kıskançlık, bencillik ve sahiplenmeye dönüşür. Ayrıca sahte aşklar, günlük tutkular ve geçici bağlar, nefsi beslerken insanın ruhunu zayıflatır. Bu tür geçici aşklar, kısa süreli hazlar verir; fakat kalıcı bağ, sevgi ve sorumluluk yerine, sadece arzuların esaretini getirir. Böylece sahte ve geçici aşklar, yok hükmündedir. Ulvi sevdalar için ise, gerçek anlamda nefsini idam etmek gerekir; sadece böyle bir disiplinle aşk ve bağlılık yücelir. Her okuyucu, kendine sormalıdır: “Sevdalarım beni yüceltiyor mu, yoksa sadece nefsi besliyor mu?”
Vatan, millet ve yozlaşma
Vatan ve millet sevgisi, nefsi besler; bir milletin yükünü omuzlamak, devletine hizmet etmek yüce bir davranıştır. Ancak zaman içinde bazı siyasiler, politikacılar, idareciler ve ast-üst ilişkilerindeki kişiler, kendi ajandaları uğruna bu yüce değerleri suistimal edebilir. Bu tür davranışlar, millet sevgisi, adalet ve devletin güveni gibi kutsal kavramların yozlaşmasına yol açar. Her birey, kendi hayatında çıkara ve sahte güce hizmet eden davranışlarını fark etmeli; kendine bir ders çıkarmalıdır.
Güven eşiği ve meslekler
Eskiden toplumda güven eşiği yüksek olan meslekler, halkın gözünde kutsal ve saygın sayılırdı. Öğretmenler, doktorlar, hemşireler, polisler, hakimler, savcılar, imamlar ve subaylar, hem bireysel hem toplumsal güvenin teminatı olarak görülürdü. Ancak günümüzde, bazı ihlaller, yolsuzluklar ve kişisel çıkarlar nedeniyle, bu mesleklere olan güven ciddi şekilde azalmıştır. İnsanlar artık aynı güveni göstermiyor; toplumun güven eşiği her geçen gün düşmekte, yeni nesillerin erdemli ve güvenilir bireyler olarak yetişmesi zorlaşmaktadır.
Din, devlet ve toplumsal düzen
Din ve devlet, insanın nefsiyle sınandığı alanlardır. Din, nefsin terbiyesi için kurallar koyar, insanı aşka, sevgiye ve adalete yönlendirir. Devlet ise toplumsal düzeni korur, hürriyeti ve hakları güvence altına alır. Ancak insanlar, kuralların sınırlarını aşmak, çıkar sağlamak ya da beklentilerini artırmak için nefislerini öne çıkarabilirler. İşte bu noktada irtikap, rüşvet, yolsuzluk, yalan, aldatma, ihanet, zimmet, görevi kötüye kullanma, gasp, dolandırıcılık, hırsızlık, iftira, sahtecilik, suistimal, vergi kaçakçılığı ve adam kayırma gibi suçlar doğar. Her okuyucu burada kendi görev ve sorumluluklarını sorgulamalıdır: “Ben hangi davranışlarımla başkalarını ya da toplumu etkiliyorum?”
Sahte hazlar ve geçici aşklar
Anlamsız hürriyetler, doyumsuz arzular ve geçici, sahte aşklar, hem bireyi hem toplumu savrulan bir gemiye dönüştürür; nefis, insanı sadece kısa süreli hazlara, geçici aşklara ve kişisel hırslara sürükler. Bu yüzden sahte ve geçici aşklar, hiçliktir, yok hükmündedir.
Sonuç: Nefsi idam etmenin gerekliliği
Sonuç olarak, nefsi idam etmek, sadece haz, şehvet, hırs, sahte ve geçici aşkların yok hükmünde olduğunu bilmek değil; aynı zamanda ulvi sevdalara, yüce değerlere ve toplumsal güvenin korunmasına sadık kalmak için de gereklidir. Arzuların kölesi olmaktan vazgeçip, onları bilgelikle dizginlemek, insanı gerçek özgürlüğe ve olgunluğa taşır. Nefis, kendini bilerek yönetildiğinde aşkı, sevgi, vatan ve adaleti yüceltir; yok edilmek değil, terbiye edilmek içindir. Her okuyucu, kendine bir pay çıkarmalı: 
Hangi davranışlarım değerlerimi yüceltiyor, hangileri onları gölgeliyor?
























































Yorum Yazın