MUHACİR
 
Türk milleti 16 büyük imparatorluk, 125 büyük devlet ve sayısız beylikler kurmuş bir millettir. Eski kıta dediğimiz Asya, Avrupa ve Afrika’da ayak bakmadığımız yer kalmamıştır desek yeridir.
 
Tarihin iki seyyar milletinden biriyiz desek yeridir. Biri Yahudiler, değeri Türkler. Dünyanın neredesine giderseniz gidin Türkleri ve Yahudileri bulabilirsiniz. Yalnız bir farkla; Türk gittiği her yerde sancağını kaldırmış, bayrağını dikmiş, bağımsızlığını ilan etmiş, mağdur ve mazlumları etrafında toplamıştır. Yahudi ise gittiği her yerde paraya hakim olmak için her tür fiili ve kavli eylemleri yapmaktan geri kalmamış, hedefe ulaşmak için çıkarmadığı fitne, yapmadığı entrika kalmamıştır.
 
Oğuz kağan destanı “Tanrı Oğuz’u yarattı Dünyayı yönetsin diye” sözleri ile başlar. Bu sözler alelade sözler değildir. Üzerinde düşünülmesi gereken sözlerdir. Türk olmayan bu sözü anlar ancak yaşamaya cesaret edemez.
 
Dünyada dönen dolaplara baktığımızda İsrail’in güvenliği için her şey caizdir. Akacak kan miktarı önemli değildir. Türkiye ise gerek kendi güvenliği, gerek bölgenin güvenliği, gerekse dünya barış ortamının bozulmaması için elinden gelen tüm diplomosi yollarını kullandığı gibi zaman zaman ülke dışına da asker göndermek zorunda kalmaktadır.
 
Dünyada bozulan sosyal dengeler istemer istemez Türkiye’nin güvenliğini tehdit ettiği gibi sosyal dengeleri üzerinde etkili olmaktadır. Özellikle Türkiye dışında yaşanan olayların bazı mihraklarca iç siyaset malzemesi yapılmak istenmesi, halkın seçilmiş iktidara karşı kışkırtılmaya çalışılması ister istemez bu yazıyı yazmamıza sebebiyet vermiştir.
 
Öncelikle hemen komşumuz olan ve Türkiye içerisindeki en büyük muhacir unsur olmaları nedeniyle Suriyeliler konusundan başlamak istiyorum.
 
Suriye devleti Siyasi kanadı yaklaşık 50 yıldır Nusayri azınlığın elinde, geri planda ise Ermeni devletidir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkiye ve Anadolu Ermenileri olarak anılan bir çok ermeni Modern Türkiye devletinin kurulmasını müteakip ve Osmanlının son dönemlerinde İttihat ve Terakki yönetiminin uyguladığı tehcir yasası ile Lübnan ve Suriyeye göç etmiş ve halen Suriye içerisinde Nusayrilerden sonra en etkin siyasi ve ticari guruptur. Bu gün Halep iline gitseniz çok sayıda Türkçe konuşan Ermeni ile karşılaşırsızınız.  Sünni Araplar ve Türkmen boyları ise genelde daha alt seviyedeki iş kollarında ve köylerde ağırlıklı olarak yaşamaktadır. Siyasi ağırlıkları nüfuslarına oranla oldukça düşüktür. Kaos öncesi Kürtler ise nüfus müdürlüklerine kayıtlı olmayan sadece ülke içerisinde yaşayan kişilerden oluşmaktadır. Baba Hafez Esat döneminde Türkiye aleyhine Terör eylemlerinin odağı haline gelmiş olan Suriye Devletine Aralık 1997 tarihinde  Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Suriye'yi PKK'ya destek verdiği için uyararak "Artık sabrımız kalmadı. Eğer gerekli tedbirleri almazlarsa biz Türk Milleti olarak her türlü tedbiri almak zorunda kalacağız" dedi. 
Suriye sınırı yakınlarındaki Hudut Bölük Komutanlığı'nı denetleyen Ateş, Reyhanlı'da ellerinde bayraklarla kendisini coşkulu bir şekilde karşılayan halka seslendi. Türkiye'nin tüm komşularıyla iyi ilişkiler içinde olmayı arzuladığını ve bu doğrultuda politikalar izlediğini belirten Ateş, ancak Suriye başta olmak bazı ülkelerin Türkiye'nin bu iyiniyetini suistimal ettiğini vurguladı. Ateş şöyle konuştu: 
"Bütün bu iyiniyetimize ve gayretimize rağmen, bazı komşularımız özellikle ismini açıkça söylüyorum Suriye gibi komşular, iyiniyet ve gayretimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkiyayı destekleyerek, Türkiye'yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye, iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Ancak artık sabrımız kalmadı." 
Suriye'nin haritalarında kendi topraklarında gösterdiği Hatay'ın bir Türk vatanı olduğunu ve öyle kalmaya devam edeceğini vurgulayan Ateş, şöyle devam etti: 
"Hatay, Türk vatanının ayrılmaz bir parçasıdır. Cennet köşesidir. Hatay, bize atalarımızın yadigarıdır. Bu bölgenin önemini ve ülkemizden ayrılmazlığını vurgulamak için sizlerle beraberim. Sizler gibi vatanına bağlı, saygılı halkıma `merhaba' demeye geldim. Türkiye'nin verilecek bir karış toprağı yoktur. Kimsenin toprağında da gözü yoktur." Şeklinde seslenerek PKK elebaşının Türkiye’ye teslim edilmesi ve Hatay toprakları üzerindeki iddialarına son verilmesi hususunda Suriye devleti nezdinde Tüm dünyaya gerekli çağrıyı yapmıştır.
 
Bu güne geldiğimizde ise sanki Suriye ilişkilerinin bozulmasının sebebi mevcut iktidarmış gibi, sanki bu kadar göçmenin oluşmasına sebep mevcut iktidarmış gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Herşeyden önce şunu bilmek zorundayız. 30.10.1918 tarihinde Türk ordularının bulunduğu noktayı bizler misakı milli olarak kabul ederiz. Bu hudutların dışında kalan yerler için ise plebisit yani halk oylaması ile nerede ve hangi ülkenin bayrağı altında yaşamak istiyorlar ise bu konuda halk oylamasının sonucuna saygı duyacağımızı ilan ettik.
Mondros mütarekesinin imzalandığı tarih olan 30.10.1918 tarihinde Yıldırım Orduları komutanı Mustafa Kemal’ın karargahı bu gün Suriye Hudutları dahilinde kalan Rajo beldesindedir. Zeytindalı harekatı ile Türk birliklerince karargah yeniden elimize geçmiştir. Komutanını karagahı Rajo beldesinde olması dahi bu toprakların misakı milli içerisinde olduğunun en açık delilidir. Kaldıki komutan karargahı güvenli noktada olacağı, askerlerin daha güneyde olacağının yazılmasına dahi gerek yoktur.
 
Netice itibariyle Mondros mütearekesinin 7. Maddesi gereği Hatay dahil Gaziantep, Kahramanmaraş ve Halep gibi misakı milli hudutları içerisinde bulunan bir çok ilimiz işgal edildi. Gaziantep ve Kahramanmaraş halk isyanları ile kendi kendisini kurtarmayı başardı. Hatay Mustafa Kemal’in üstün gayretleri ile ve halk oylaması ile önce bağımsız oldu, akabinde ana vatana katıldı. Mustafa Kemal’in vefatından sonra 1940’lı yıllarda Halep bağımsızlığını ilan etti. Türkiye’ye iltihak kararı aldı. İki yıl gibi uzun süre muhasara altında kalmasına ve bağımsızlığından vazgeçmemesine rağmen Türkiye tarafından sahiplenilmeyen hareket sonunda Suriye’ye boyun eğmek zorunda kaldı. Çünkü Mustafa Kemal vefat etmişti. Dış Türklere sahip çıkabilecek bir irade yoktu. Azeri Türkleri dahi Boraltan köprüsü olarak meşhur olmuş yerde Dönemin idaresi tarafından Ruslara teslim edilebiliyordu.  
 
Yine Suriye idaresine başkaldıran Hama ilinde 1982 şubatından itibaren binlerce kişi katledilebiliyordu. Yani Suriye Devleti içerisinde Türkiye tarafından sahip çıkılmayan Halep ve Hama illeri başta olmak üzere bir çok yerde isyanlar çıkmış ve katliamlar yaşanmıştır. Türkiye’nin bu sükutu Suriye devleti tarafından iyi niyet jesti olarak mı okundu? Hayır tam aksine Suriye Devleti baba esat dönemi bu işin zirvesi olmak kayıt ve şartı ile Başta PKK olmak üzere Tüm Türkiye aleyhine kurulan terör örgütlerinin yuvası, elebaşların korunması, mensuplarının eğitimleri için kamp alanı haline geldi. Hatay’ı doğrudan suriyeye bağlama gayreti içerisindeki Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (Acilciler) ve liderleri Mihraç Ural halen Beşşar Esat emrinde Suriye devletine hizmet etmektedir.  Tüm bunlar yaşanırken Hafez Esat ve Beşşar Esat’a ses çıkartmayan bir gurup yapananlardan dolayı Türkiye iç siyasetinde mevcut iktidarı suçlamanın peşinde koşmalarını, muhacirler üzerinden kaos çıkartmaya çalışmalarını anlamak mümkün değildir.
 
Mesleğim icabı bir çok adli olay ile de karşılaşıyoruz. Ne gibi olaylar bunlar Sahipsiz kalan bir çok insan Türkiye içerisine alınmadıkları zaman ister istemez elinde silah olana biat etmek zorunda kalmaktadır. Kendisini korumak için dahi kendisine yakın gördüğü yapılara üye olmak zorunda kalmaktadır. Bu gün Türkiye tarafından meşru kabul edilen Özgür Suriye Ordusu, Sultan Murat Tugayları gibi yapılar dahi sadece Esat Zulmüne karşı kurulmamıştır. Aynı zamanda kendi bölgelerine terör guruplarının girmesini engellemek için kurulmuş silahlı guruptur. Yani kim tarafından meşru kabul edilirseniz edilin elinize silah almak zorunda bırakılmaktasınız.
 
Bu şartlar altında bir çok insan Türkiye karşıtı devletler tarafından desteklenen, maddi ve silah imkanı sağlanan terör gurupları olan PKK/PYD, DEAŞ, …VS. guruplara dahil oldular, olmak zorunda kaldılar.
 
Tüm bu olanlar ve daha önce yaşanan Irak işgali gibi hadiseler Türkiye’ye şunu göstermiştirki ortada kalan insanlara sahip çıkmadığınız zaman bu insanlar terörize edilmeye, köle edilmeye müsait birer kişidir.
 
Orta Doğu İngilizlerin tabiri ile bir bataklıktır. Afganistan ise imparatorluklar çöplüğüdür. Hani derler ya “ölümü gelmiş it geçidi bırakır, mescide işer” aynen öyle. Sonu gelmiş imparatorluklar gider ilk insanın öldürüldüğü Afganistan’a saldırır. İngiliz, Rus ve şimdi ABD imparatorlukları gibi.
 
Kolay değil 120 yıl kaos içerisinde yaşamak ve son 42 yılını savaşlarla geçirmek. Dönemin en büyük imparatorluklarına diz çöktürmek. Tabiki bizde olduğu gibi Afgan halkında da herkes kendi vatanı için gayret etmedi. Bir kısmı vatanı için savaşırken bir kısmı da işgal güçleri ile iş birliği yaptı. Şimdi Taliban diye bir yapı genel olarak ülkenin çoğunu eline geçirince bu defa işgal güçleri ile işbirliği içerisinde bulunan bir çok Afganistanlı ülkeyi terk etme gereği duydu. Tabi bu kişileri özellikle son sahipleri olan ABD çeşitli ülkeler üzerinden ilerde kullanmak üzere kamplara götürüldüler. Bu kişilerin nerede kullanılacağını tahmin ediyorsunuz. Müslümana karşı, gayrimüslüm ile iş birliği içerisinde bulunanlar nerede kullanıldı şöyle bir düşünün sorunun cevabı hemen ortaya çıkıveriyor.  Bu sorunun cevabı çok günce olarak FETÖ gerçekliği olarak ortada durmaktadır. Yarın bir Müslüman ülke içerisinde çıkartılacak bir kaosta kullanılmaya hazır ellerinde yüzbinlerce militan bulunmaktadır. Çok hassas bir konu. Kendi ülkesini satmış insanın satamayacağı hiçbir değer yoktur.
 
Muhacir ile Militanı birbirinden Çok iyi ayırmamız gerekmektedir. Ortada bir ölçüm aleti yoktur. Milli İstihbarat teşkilatımıza güvenmekten başka çaremiz yoktur.
Türkiye kendi hudutları ile sınırlı bir ülke değildir. Lozan antlaşmasına Mustafa Kemal’in özellikle ve ısrarla derç ettirdiği bir madde bu gün dünya siyasetinde Türkiye’nin önünü açmakta, söz söylemesine yasal dayanak oluşturmaktadır. “Osmanlı ülkelerinde ortaya çıkabilecek tüm hareketlerde Türkiye taraftır” Bu gün Türkiye olarak Balkanlarda, Kafkaslarda, Afrikada, Ortadoğuda meydana gelen olaylara doğrudan müdahil olabiliyorsan bu Mustafa Kemal’in yüz yıl sonrasında olabilecekleri kestirebildiği öngörüsüne borçluyuz.
 
Türk toplumu ve Türk devleti gündelikçi, yövmiyeci düşünceler ile kurulmadı yaşamadı.  Biz bize sığınan Celayir Oğlu Ahmet ve Karayusuf’u Timur’a teslim etmemek için Osmanlı imparatorluğu 11 yıl fetret dönemi yaşadı. Bize sığınan Polonyalıları Ruslara teslim etmemek için Ruslarla savaş yaptık.
 
Dünya mazlumlarının Türk ismine güveni hiçbir zaman boşa çıkmadı, hiçbir Türk devleti bu güveni sarsmadı. Türkiye mevcut hudutlarının içerisinde veya dışarısında oluşturabildiği güvenli bölgelerde kendisine güvenenlere güvenli bir yuva kurulmasına gayret gösterdi. Bunu yaparken hem Türkiye’nin güvenliğini sağladı, hem istikbalde bu mazlumların kuracağı ülke ile iyi ilişki sahibi oldu. Bu gün Türkiye Başkanının Bosna’da gördüğü ilgi ve alakanın sebebi budur.
 
Müslüman toplulukları gayrimüslim ülkeler eline bırakmamak, Türkiye aleyhine oluşturulacak oluşumların eline bırakmamak adına Ülkemizin aldığı ve alacağı kararlara saygı duymalı, fitneye ve ecnebi devletlerin emellerine paralel yapılara fırsat vermemeliyiz.
Yorum Yazın